İnsan olarak varlığımızın bilincine varmakla bu tuzağı görebilir ve içine düşmeyebiliriz. Daha doğrusu bu bütünlüğün, BİRliğin içinde olduğumuzu farketmek, BİRliği bizim oluşturduğumuzu farketmek, “ben” olmazsam bütünlüğün de varolmayacağına uyanmak…bizi ayrılık tuzağına, ezikliğimize sarılıp uyuşup kalmamıza neden olan bu saçma sapan boşluğa kaymaktan alıkoyar 🙂 Ben ve Biz sözcüklerini en geniş anlamıyla tüm varoluş için kullandığımı da hatırlatmalıyım 😉
Kendimizle buluşmak, kendi gücümüze sahip çıkmak, kendi işimize bakıp yaradanın işini yaradana bırakmak ( yani herkesin işini de kendisine bırakmak), her insanın en az bizim kadar doğal güce-yeteneğe-özelliklere-değerlere sahip olduğunu ve sorumluluklarını kendisi için üstlenip gereğini yapabileceğine inanmak…çok mu zor? Aksini düşünmek, aksine davranmak “kibir” olmuyor mu?
Başımıza gelen şeyler mi yoksa hayatın içinde olup bitenden kendimize değer-layık-olsa olsa-haktır vs. diye seçtiğimiz ve dolayısıyla yaşadıklarımız mı “bizim” hayatımızı oluşturan?
Hayatlarımıza, yaşadıklarımıza, bizim dışımızda akıp gidiyormuş gibi görünen anlar, olaylar, zamanlar, algılar, düşünceler, duygular ve izlenimlere bakalım…Gerçekten mi? Gerçekten bu olaylar böyle mi yaşandı, böyle mi düşünüldü, hissedildi, anılarımıza çıplak gerçek haliyle mi iz bıraktı? Yaşananla bıraktığı iz aynı mı?
Dolayısıyla etiketlerimiz! Yani kendimizi tanımladığımız ya da bizi tanımlayanlar ya da başkalarını tanımladığımız her şey… gerçek mi? Gerçekse bile neyi-nasıl-neye göre-kime göre tanımlıyor bu etiketler? Etiketler çoğaldıkça kendimizden ve hayatın gerçeğinden de uzaklaşıyoruz sanki 🙁
Bugün serseriyim, sabahtan uykusunu alamamış bir anneyim, öğlene doğru regresyon terapistiyim ama aynı zamanda bir apartman dairesinde kiracıyım, annemin ikinci çocuğuyum ve bir sitenin deneticisiyim, gökyüzünde uçan martılar ve kargalara özenen iki ayaklı mahlukum o sırada, akşama doğru yorgun bir kitap okuyucusuyum, aşçıyım, sahil yürüyüşçüsüyüm, hükümete muhalifim, sosyalist ve bektaşi ruhluyum, Asya’nın uzak steplerinde kıvrıla döne dolanan atların ruhuyum, Altay-Sayan dağlarının yalnız kurduyum, Baalbek’te Jüpiter tapınağının sütunlarıyım 🙂 ve vs.vs.vs… Ve varolan herşey ve herkes için de bunlar ve benzeri durumlar, olaylar, yaşantılar var.
Deneyimlediğimiz, farkına vardığımız, ben ve diğerleri-diğer şeyler ile ilişkimiz bize tanrının varoluş oyununu anlatır. Bu oyunu orada-uzakta bir yerde-bizim dışımızda oynanıyormuş gibi algılar ve elimiz kucağımızda izleyerek oyunun bitmesini de bekleyebiliriz. Ne zaman ki oyunu yazanın, sahneye koyanın, oynayanın, kostümcünün, ışıkçının vb. kendimiz olduğunu anlarız…Bir şey değişir!
Hallac-ı Mansur, En-el Hakk dediğinde belki de az bile dediği için katledildi 🙁
( Sona doğru… 🙂 )