Suçluluk…Aslında bir duygu değildir…Bir durumdur “suçlu” olmak. Ne ki kendimizde veya başkalarındaki bu durumu hep bir duygu olarak tanımlamaya alışmışız…Böyle bir durumda hissettiğimizin adı gerçekte “utanma”dır. Söz konusu olan utanma duygusudur. Sağlıklı bir utanma duygusu, bizi hem kendimize verdiğimiz değerle karşı karşıya getirir hem de davranışlarımızın başkaları üzerindeki etkisini dikkate almamız konusunda bir işarettir. Örneğin ben bugünlerde “insan” türünü temsil edenlerden biri olmaktan utanıyorum. Ne kendi varlığımın değerini ne de dünya halklarının varoluş değerini onurlandıracak bir şey yapmadığım için. Yapamadığım için demiyorum çünkü düşünüp taşındığımda aslında “yapmadığım” çok açık…
İşte kendimizi “suçlu” ilan ettiğimiz zamanlarda bilinçaltımızda hissettiğimiz utanma duygusu ile, öfkelenmek bizim hakkımız olmaz artık. Öfkelenmek haklı kızgınlıkları gerektirir çünkü. Bilinçaltımız bunu bilir. O yüzden tam olarak haklı olduğumuzu hissettiğimizde büyür ve dışarıya yansır öfkemiz. Tabi buna izin verirsek. Çoğu zaman ise kendimize yapıştırdığımız bu suçlu etiketi nedeniyle haklı öfkemizi de bastırır, suçlu olduğumuzu hissettiğimiz bir durumda kendimize öfkemizi ifade etmemize izin vermeyiz. Hadi bakalım gelsin bir yanda hiddet ve birikmiş büyük bir kızgınlığın dışa vurumu, diğer yanda depresyon, duyarsızlık ve küskünlükle içe kapanma. İki yanı da yaralayıcı, yıkıcı, yıpratıcı ve uzun sürerse de insanı kendinden vazgeçmeye, ağır ağır , içten içe tükenmeye-ölmeye götürür 🙁 Kendimizi ve başkalarının varlığını onurlandırmak, bunu yapabileceğimizi farketmek hayat kurtarır.
Peki onurlandırma nasıl yapılır? Nedir onurlandırma? Kendimizi suçlu “hissettiğimiz”- bulduğumuz zamanlarda bunun bir şeyi kendimizce doğru yapmadığımızdan gelen utanma duygumuz için parlak bir işaret levhası olduğunu farkedeceğiz. Bu nedenle olağan psikolojik savunma mekanizmalarından “başkalarını suçlama” tuzağına düşmemiz gerekmeyecek. Haksız öfkeler hiddete dönüşür, başkalarını suçlarız ve bu da gerçekte hissedilen sağlıklı utanma duygusunu siler. Utanmaya izin vereceğiz. Başkalarının da utanmasına izin vereceğiz. Dikkat !!! Utandırmaktan kaçınacağız. Her birimizin özünde bu sağlıklı duygular var ve yaşarken birer pusula gibi bize yön gösteriyorlar. Yeter ki reddetmeyelim. Bu aşamayı içselleştirdikçe, haklı öfkelerimizi de farkedip ifade edebileceğiz. Böylece biriktirip ortalığı yakıp yıkarak çevremize ( ya da kendimize ) boşalttığımız hiddet ve kızgınlığın tuzağına düşmeyiz. İçtenlikle yaşadığımız öfkeyi kabul edip, kendimizce uygun şekillerde ifade ettiğimizde kendi varlığımızın sınırlarını da zerafetle çizmiş oluruz.
Başlangıçta kendi utancımdan söz etmiştim. Bunun kendi değerimi onurlandırmak kısmını epeyce çalıştığımı söyleyebilirim 🙂 Bu nedenle başkalarının da varlığının her halini kabul etmek kolaylaşıyor. Kabul derken, boyun eğmek veya hoş görmek kapsamında kullanmıyorum bu sözleri. Sadece karşımdaki ne diyor, ne hissediyor, ne anlatıyor, ne yapıyor…hepsini olduğu gibi görmekten, bunları gördüğümü farketmekten ve bunu karşımdakine de bildirmekten ve sonra da ben bununla ilgili ne düşünüyorum, ne hissediyorum…bunu paylaşmaktan söz ediyorum. Karşımdaki sınırlarının (kendisinin) farkedildiğini anlıyor, ben de kendi sınırlarımı koyabildiğimi sevinçle farkediyorum 🙂
Öfke; sınırlarımızın ihlal edildiğini anlatır bize. Sağlıklı bir öfke, ruhun saygıdeğer bir nöbetçisidir.* Biz sınırlarımızı koyup koruyabildikçe, kendimizi suçlu bulmaktan vazgeçip utanma duygumuzu kendimiz için bir işaret levhası olarak kullanabildikçe , o yıkıcı kızgın hiddet yerine yatağında derin ve güçlü, sükunetle akan nehirler olarak denizlere katılırız.
Haklı öfkenizi farketmeniz ve sahip çıkmanız dileğiyle.
* Karla McLaren, Duyguların Dili