Korktuğumu farkedip, bunun kendime nasıl bir azap verdiğini anladığımda şimdilerde “ergenlik” diye adlandırdığımız o korkunç karanlık, heyecanlı ve sürekli bir alt-üst oluş dönemini de yaşıyordum 🙂 Her an her şey olabilirdi veya olamazdı… Melankoliden hiper aktiviteye, üç maymundan her şeye kadire, “sen bilmiyorsun, anlamıyorsun”dan “aslında belki de gerçek budur”a doğru savrulan, çok sevilmek ve çok sevdiğini de anlatmak isteyen bir çocuktum o sırada…Annemin yokluğuyla başa çıkabilmiş, terkedilme korkumu da bastırabilmiştim! Annem bir süreliğine babamdan ayrılıp kendi ana-baba ocağına dönmüş ve bizi babaannem, dedem ve babamla bırakmıştı… Yaşadıkları, ben ve ablamı geride bırakabilecek cesareti göstereceği kadar acıydı, sertti, kendince yara bere içindeydi… Bunu yapabilmesi bir yandan annesiz kalacağım korkumu ateşlemişti ama, bir yandan da benim için olası kurtarılmış bölge yaratılabileceği umudu yaratmıştı 🙂 Elbette bilinç dışı bir şekilde…
Güneşin balkonumuzdan girip salondaki halıyı ışığa boyadığı bir günde, eski zamanların lambalı ısıtmalı radyolarından olan kocaman aletten gelen bir türküyle annemin yokluğuna uyandığımı hatırlıyorum…”Annemi özledim” diye babaanneme koştuğumu, ağlayıp annemi görmek istediğimi söylediğimi, babaannemin elinden bir şey gelmemesinin acısıyla yüzünü buruşturup, beni sevgiyle kucaklayıp yatıştırmaya çalıştığını hatırlıyorum…
Belki ertesi gün, belki daha sonra annemle görüştüğümüzde aramızda yaşananlar çok karmaşıktı. En azından benim açımdan. Gittiği için suçladığımı, hatta birlikteyken de ablamla benim maruz kaldığımız sıkıntılara çare olamadığı için ayrıca suçladığımı, yine de gitmeyi başardığı için – ben de varım diyebildiği için kutladığımı, annemin var ve yaşıyor olmasından duyduğum mutluluğu, yokluğunda ona duyduğum özlemi, onsuz korumasız kaldığımı, en çok ama en çok onun beni sevmesini istediğimi, aksi takdirde bu hayata karşı ( babamın baş rol oyuncusu olduğu o döneme ait hayatımın ) direnemeyeceğimi hissettiğimi hatırlıyorum.
Geceleri yattığımda aynı evde benden büyüklerim vardı ve korkacak da hiç bir şey yoktu… Yalnızca içim, kalbim, o sırada ben olarak tanımlayabileceğim her şeyimle acayip korkuyordum… Bu annesizlik çok fena bir boşluk, karanlık, bulaşıcı yapışkan bir soğukluk, durgunluk… adeta ölümdü… Henüz ölümün ne olduğunu bilmiyordum belki ama bir şekilde tanıdık ve tatsız bir bilişti işte…
” Anne, sensiz çok korkuyorum” düşünceleriyle uykuya dalmak iyi bir şey değildi benim için… Rüyalarımı farkettiğim zamanlar da işte bu zamanlardı… Uyanıkken olamayanlar, olunamayanlar, yaşanamayanlar rüya denilen bu uçuk kaçık zamanlarda oluveriyordu… Ne şahane bir cennetti rüyalar! Rüyalarımda uçabilmek ne harika bir deneyimdi! Bu rüyalar ne güzel bir şeydi 🙂
Korkularıma sanki bir çare, mucizevi bir çözüm, ufacık bedenimi çok aşan bir güç ve kuvvet mi gelmişti ne?! O zaman geceler ve rüyalar için yaşamaya devam mı etseydim acaba?
…Devam edecek…
Sevgiyle genişlemede kalın…