Korku endüstrisini beslemek!
Korku endüstrisini beslemek!

Korku endüstrisini beslemek!

Korkunun endüstrisi mi olur demeyin 🙂 Yeşil tüketim (hayvanlarda denenmediği ısrarla belirtilen kozmetik ya da ilaç ve benzerleri, geri kazanılmış kağıt, defter vb. gibi pek çok şey) çağrılarından tutun, kişisel bakım önerilerine (yaşlanıyorsunuz, hastalanıyorsunuz, eksiksiniz-kusurlusunuz-yeterince hayat dolu değilsiniz vb.) kadar, dünya ticaretinde giderek ciddi milyar dolarlara varan bir hacimle, bize bir dolu şeyi-nesneyi-zamanı vs. yi tüketmemiz dayatılıyor. Farkında mısınız?

Yani sevgili dostlar, tüketin. Öyle ya da böyle. Yeşil damgalılar daha masum… mu?

Bu konuda biraz araştırsanız, internette pek çok tartışmayı görebilirsiniz. Ağaçları kurtaralım derken elektronik cihazların kapanına kısılmış kitaplar okumak bana tatsız geliyor. Kitabın sayfalarını çevirebilme, kağıdın ve mürekkebin kokusunu duyabilmek beni mutlu ediyor… Kitap basımına harcanan selüloz için kesilen ağaç miktarıyla, maden açma, endüstriyel tarım arazisi açma, endüstriyel konut ya da fabrika ya da ticari işletme alanları açma amacıyla kesilen ağaç miktarlarını karşılaştırabilirsiniz. Görünen yüzüyle bile arada devasa bir fark var.

Mevcut yaşam tarzımızın ve bize dayatılan tüketime yönelik sistemin pırıltılı yüzünün lütfen farkına varalım. Musluklarımızdan akan suyu niye içemediğimizi, o marka senin bu marka benim damacana su peşinde koşmalarımızı sorgulayalım. Sanki bir kısır döngü içerisindeyiz. Nereye dönsen tüketmemizi söyleyen bir hal 🙁

Doğadaki tüketim, bir eko-sistem aklı taşır ve örneğin ağaçların emdiği karbondioksit sonrasında bize oksijen olarak döner. Hayvanların acıktıkça avlandıklarını, yeme işi bitince kalanların toprağa-suya-börtü böceğe hak olarak kalıp karıştığını görürüz. Sürekli bir devinim içerisinde doğal denge korunur. Biz insanların tüketimi ile ise dünya giderek yoksullaşıyor, çoraklaşıyor, cansızlaşıyor, tatsızlaşıyor.

Eh, dünya için de arada bir silkinip yenilenmeye hak doğuyor. Depremler, su baskınları, fırtınalar vs. Tüketim dayatmalarının korkularımızdan beslendiğini ( ya hastalanırsam, ya o güzel arabayı alamazsam, ya arkadaşlarıma oturduğum bu evi beğendiremezsem, ya yaşlanıp güzelliğimi-dinçliğimi kaybedersem, ya bu suyu içip bağırsaklarımı bozarsam, ya giysilerim yeterince şık-etkileyici değilse vb. uzayıp giden sonsuz korkular) fark edelim. Evet yaşlanacağız ve öleceğiz elbette. Doğanın yasası gereği geri dönüşüme biz de katılacağız bedenimizle. Ya ruhumuz? Bu sonsuz tüketim çağrılarından mutlu mu?

Sağlıcakla ve farkındalıkla kalın.

 

 

Bir yanıt yazın