Keskin sirke küpüne zarar demişler…
Keskin sirke küpüne zarar demişler…

Keskin sirke küpüne zarar demişler…

Bu yazımda sağlıkta ve iyilikte olmaya dair güncellenmiş kendi bakışımı okuyabilirsiniz. Elbette ilginizi çekmiyorsa hemen vedalaşabiliriz 🙂 Çünkü yine kendimize dönüp bakacağız ve gördüklerimizden hoşlanmayabiliriz. Ancak tam da bu yüzden bu konuda yazmak istedim.

Burada temel olarak “keskin sirke” ve “küp” üzerinden ilerlemek, ikisi arasındaki karşılıklı ilişkinin hayatımıza hastalıklar, rahatsızlıklar, huzursuzluklar olarak nasıl yansıdığına değinmek isterim.

İnsan bedenimizi bir küp olarak düşünürsek, içinde sakladığımız sirke de düşüncelerimiz-duygularımız-algılarımızdan oluşan değerlendirme-karar verme-harekete geçme zincirimiz diyebilirim. Kısacası hayata bakış açımız, kendimize ve başkalarına dair değerlendirme ve karar verme yöntemimiz.

“Küplere bindim” ifadesini sıkça kullanırız veya duyarız. Böylesi durumlarda kendi öfkemize, sinirimize, kızgınlıklarımıza hakim olamadığımızı anlarız. Bizi yöneten eski bir masaldaki cadı büyücüyü temsil eden gölge yanlarımız, kırmızı düğmelerimiz, karanlıkta bıraktığımız güçlerimiz ya da itkilerimizdir. Zaman zaman öfkemiz kendimize ait sınırları çizmeye ve korumaya yarasa da, sıklıkla karşılıklı ilişkilerde yıkıcı sonuç veriyor. Bunu bildiğimiz için de bazen bunları içimize atıp, öfkemizi veya kırgınlık-kızgınlıklarımızı bastırıp sessiz direnişlerde kalıyoruz. Bu içimize patlattığımız duygular da küpümüze, bedenimize zarar verebiliyor. Bunca toksik etkiyi bedenimiz doğal temposunda arıtamıyor, uzaklaştıramıyor. O zaman sürekli yüksek kolesterol, sürekli yüksek tansiyon, bir zaman sonra damar sertlikleri, karaciğer yağlanmaları, kulak-burun-boğaz rahatsızlıkları, tiroit düzensizlikleri, idrar yolu enfeksiyonları, üre artışı, depresif ruh hali, yorgunluk, halsizlik vs.vs… yaşamın tadının tuzunun kaçması yani! Küpümüzün sınırları bu keskin sirkeyle giderek incelip kırılganlaşır. Artık dışarıdan gelecek en ufak bir sarsıntıda, incelen küpün duvarları çatlar veya kırılır 🙁

Öfke ve kızgınlık gibi yoğun duygularımızı belki geldiği anda değil ama sakinleştiğimizde ve konuşulabilir bir ortamda ifade edebilmek bu nedenle sağlığa giden yolu da açabilir. Duyguların hissedilmemesi mümkün olmayabilir ama onları yönetebiliriz. Sürekli olarak bir şeyleri eleştirir durumdaysak, birilerine kızıp söylenip duruyorsak, eşimize – çocuklarımıza – sokak satıcısına – dolmuş şoförüne – okul müdürüne – patrona – memleket yöneticilerine her an öfkelenip kızma halindeysek, bir durup düşünelim mi? Hatta belki gerçekte neye kızgın-öfkeli olduğumuza da bakabiliriz bu arada 🙂

Bir de mümkünse “söylenmemek ama söylemek” işimize yarar sanki. Aklımız, kalbimiz ve dilimizin işbirliği ile mümkün derim.

Sağlıcakla kalın.

 

 

 

 

 

 

 

 

Bir yanıt yazın