“İnatçıyım işte! Ben hiç …”
“İnatçıyım işte! Ben hiç …”

“İnatçıyım işte! Ben hiç …”

Peki, inat edin bakalım. Tabi sonra hayatınızda hiç bir şeyin değişmediğinden, iyileşmediğinden, güzelleşmediğinden, kolaylaşmadığından da yakının gönül ferahlığıyla. “Ben hep eski benim, hiç değişmedim” deyin. O “eski ben” olmaya ne kadar tutunursanız, hayatın içinde zorluk ve güçlüklere o kadar denk geleceğinizin de farkında olmayın. “Eski ben” olarak kalmayı çok seviyor, sizi o “ben” yapan şeyleri de çok seviyor, onlarsız hayat düşünemiyor olabilirsiniz. Öyleyse size “keskinlik, katılık, edilgenlik, ama’lar ve fakat’lar” yakışır… 🙁

Böylece hayatın değişen, dönüşen, sizce iyiye ya da kötüye doğru evrilen her şeyden şikayetçi olmanız, nostalji yapmanız, eskiye, eski zamanlara özlem duymanız çok kolay olur. “Ah şimdiki gençler, ah şimdiki çocuklar, ah şimdiki öğretmenler, ah şimdiki esnaf…” dersiniz ve sorunların kaynağı hep sizden dışarıdadır. Hep birileri bir şeyleri yanlış yapmaktadır. Birileri bir şeyleri anlamamaktadır. Birileri bir şeyleri kötüye kullanmakta, sömürmekte, kirletmekte ve karartmaktadır…

Bütün bunları yapan ve edenlerin de insan kimliğinde bulunduklarını hatırlasak! Onlar da evlat, ebeveyn, işçi, patron, öğrenci, iş insanı, çiftçi, ev kadını, ev adamı, emekli… Değişen yaşam koşullarına, zamanın ruhuna, bu süreçte doğan ihtiyaçlara cevap bulma çabalarına da anlamaya çalışan gözlerle bakabiliriz. Geçmişte bize iyi gelen ve sürdürülebilir olan şeylerin hayatımızda bulunmaya devam etmesi için çalışabiliriz.

Örneğin sokak hayvan dostlarımızın (ya da sahipli canların) rahatça, sağlıkla ve özgürce sokaklarımızda var olmalarını kolaylaştırmaya çalışabiliriz. Örneğin sokaklarımızın gece ve gündüz insanımız için güvenli olması için çaba gösterebiliriz. Bunun için komşuluk, mahallelilik kavramlarına yeniden bakabilir, birlikte olmaktan keyif alan mahallelilerimiz olarak ve gecesini TV izleyerek tüketmek yerine sokaklarda birlikte yürüyerek geç vakit evine dönen veya sokaktan geçen her hangi bir insanımızda emniyet duygusu hissettirebiliriz. Mahallemizin sokaklarında hep birlikte, kimin zamanı-gücü yetiyorsa, çiçekler yetiştirebilir ve küçümenlerimizi de bu maceraya katabiliriz. Çocuklarımızın güvenle parkta, site bahçesinde, uygun sokak aralarında top oynayabilmeleri için alan yaratabilir veya alana bu anlamda sahip çıkabiliriz.

Çocuklarımız zihnen, bedenen ve ruhen aşırı dozda dar alanlara hapsedilmiş durumdalar. Farkında mısınız? Ellerine tablet veya akıllı telefon verilerek susturulan, “rahatsız” etmemesi için oturma alanından ya da masadan bunlarla uzaklaştırılan çocuklarımız… Şehirlerde böyle de kırsalda nasıl ki? Narin’i nasıl unutacağız? Unutmalı mıyız? Narin bir küçücük bedenle bize kendimizi, toplumumuzu, insanımızı, yaşam koşullarının ve yaşamın anlamının nasıl değiştiğini gösterdi 🙁 Gören ve hisseden yürekler için.

Hala aynı mı kalacağız? Hala “eski ben, eski zamanlar, eski dostluklar, eski yemekler…” deyip, “nerede o eski zamanlar” özlemlerinize bir dur deme vakti değil mi? Şikayet etmektense harekete geçmeye ne dersiniz? Oy vermenin yetmediğini ve bunun demokrasi olmadığını kabul etmeye, bunun yerine verdiğimiz oya sahip çıkmaya ve takipçisi olmaya ne dersiniz?

Yaşamımıza sahip çıkmaya hazırlanmaya ihtiyacımız var sanki. Bunun için gerekenleri fark edip gözetmeye ve çocuklarımıza güvende olduklarını, sevildiklerini, gelecekten kaygılanmaları gerekmediğini anlatmaya ne dersiniz? Kısacası gündelik hayatın harala gürelesine teslim olmadan, hayalimizdeki ve özlemini duyduğumuz sıcak insan birlikteliğini yaratmaya ve sürdürmeye ne dersiniz? İnat etmeseniz artık! 🙂

Sevgiyle kalın.

Bir yanıt yazın