Bir şey oluverir, bir hal yaşarız ve Ahhhh! deriz…düşeriz…sanki midemize bir yumruk yemişizdir, boğazımıza bir şey düğüm düğüm olmuştur, kan beynimize sıçramış, serilip kalmışızdır, ölsek daha iyidir…Ama ölmeyiz! Ölmeyiz çünkü dışarıda bizim yaşamımıza devam etmemizi bekleyen bir dolu şey vardır…ailemiz, çocuklarımız, var kaldığımızı kanıtlayacağımız insanlar, yatırılması ve ödenmesi gereken faturalar, hesaplar ve belki de dostlarla içilecek çaylar, paylaşılacak rakı sofraları, eve dönmemizi bekleyen can dostlar…İyi ki de ölmeyiz 🙂 O bizi düştüğümüz yerden yeniden kalkmaya zorlayan şeylerin hepsine “namaste”diyesim var. İyi ki de varlar!
Ölmeyiz de kalkıp bir adım sonrasına geçen biz de eski biz değilizdir…geride kendimizi veya en iyi ihtimalle kendimizden bazı parçaları bırakmışızdır…Zira öz-benlik, yeni koşulları bu haliyle sürdüremeyecektir…Bu da yaşamın geri kalanını tamamlamak için fena halde eksik kalır. Sanki bir sevgiliden ayrılmışız da yarım kalmışızdır, özler dururuz bir şeyleri de neyi özlediğimizi de bilmeyiz…Ah yalan dünya der o özlem duygusunu, dinmeyen hasreti aklımızın gerisine atarız, kendimizi dosyalarımıza gömeriz, çocuklarımızın veli toplantılarına koşarız, büyüklerimizin ellerinden öperiz, çok meşgulüzdür, kedimiz – köpişimiz bize biraz mahzun mu bakmıştır ne…hemen ona kocaman bir sarılırız…sarıldığımızın kendimiz olduğunu anlamaksızın 🙂
İçimizde başka bir hayat yaşanır. Otomatiğe bağlanmış bir hayatı sürükler dururuz mahzun mahzun…Hüzün mü, melankoli mi, yorgunluk mu, bıkkınlık mı, nerde trak orda bırak 🙂 diye söyleniriz…Kalbimiz ağlıyor, sızlanıyor, eteğimizden çekiştiriyor…duymuyoruzdur…Ta ki bir gün bedenen ve belki de zihnen gözle görülür bir arıza çıkıncaya dek!
Regresyon çalışmaları sırasında bana göre en zorlu konulardan biridir bu eskiden kalmışlık 🙂 Üstüne parmağınızı basamazsınız ama oradadır, görünürde hiç bir sebep de olmayabilir ama hayatı bir ayak sürüme şeklinde yaşar gideriz, tatsız tuzsuz bir yemektir günler, otomatik viteste dalgın dalgın takılırız. O canhıraş anların birinde kendimizden vaz geçtiğimizi ( sıkı bir benlik savunma stratejisidir) unuturuz. O anlardan sağ kalan başka bir ben oluruz. Bilinçaltımız hatırlar ama bize sesini duyuramaz. Duyuramayınca beden ses verir, hastalıklar üretir…Çok ama çok ağır bir travmadır bu ama ortada yaşanan gözle görünür bir travma yoktur sanki…
Çare mi? Çare öze dönmektir. Öze dönmenin vereceği acı, başka biri olmaya çalışmanın yükünün verdiği acıdan emin olun daha azdır ve bu acı geçicidir. Tıpkı yaralanan hayvanların inlerine çekilip yaralarını iyileştirdikleri gibi biz de kendimizle buluşunca yaralarımızı iyileştirebiliyoruz.
Bir yerlerde bırakmak durumunda kaldığımız kendimizle tez zamanda sevgi, şefkat ve anlayışla yeniden yuva hissiyle buluşacağımız günlerimiz olsun 🙂
Sevgiyle kalın.