“Adı konsun!” Rahatlayalım…mı?
“Adı konsun!” Rahatlayalım…mı?

“Adı konsun!” Rahatlayalım…mı?

Yılın son günü yazdığım bu yazının amacı; geride bıraktığımız yılı/yılları “adı konsun” talebimizle yaşadıklarımız çerçevesinde gözden geçirmemizi sağlamak. Belki biraz can sıkıcı olabilir ama kendi kuyruğunu yiyen birer ourobos gibi yaşamak da can sıkıcı. Her ne kadar yenilenmeye, dönüşüme, yeniden yaratıma bir sembol gibi görünse de, yıkıcı ve yok edici etkilerini düşünmeli.

Hayatımızın bir çok anında inişli, çıkışlı veya dalgalı, durgun hissederek yaşadığımız anlar var. Çocukluktan itibaren hepimiz farklı kişilik özellikleriyle, ruhsal kimlikle ve kendimiz olarak büyüyor ve gelişiyoruz. Başlangıçta ailemize, daha sonra okulumuzla başlayan daha geniş bir sosyal çevreye uyum sağlamaya çalışıyoruz.

Genel olarak kabul ve onay görmüş davranış ve tutumların dışında kalırsak bazen dışlanıyoruz bazen de biz kendimizi bu durumun dışına atmaya çalışıyoruz. Tabi ki pek çok başka seçenekleri de deniyoruz. Hayatta sağ kalmak ve içsel bir uyum duygusunu elde etmeye, buna yaslanmaya çalışıyoruz.

İşte bu süreçlerde şimdi artık internet sayesinde kolayca ulaşabildiğimiz “tanı” etiketlerini de kolayca kendimize yapıştırabiliyoruz. Bunu biz yapmıyorsak bile götürüldüğümüz veya bizim kendimizin gittiği hekimler neredeyse her durumumuz için bir etiket sunuyorlar bize. “Öyle mi, otistik kişilik özelliklerim mi varmış? Aaa, demek ben bipolarmışım da ondan böyle bir yükseliyor bir durgunlaşıyormuşum! Hay allah, demek ben duygularımı tanımıyormuşum! Demek bunca yıldır depresyondaymışım, distimiymiş benim derdim!…” gibi cümleler kurar oluyoruz. Ne yazık ki bu cümleleri daha sık kurar olduk ve benim bu yazıyı yazma sebebim de bu aslında. “Adı konunca” bize bir rahatlama geliyor.

Doğal dinamiklerin içerisinde yüzeyde görünen durgunlukların bile içsel dinamiklerinde kaos, hareket ve sürekli bir eylem vardır. Uslu çocukların zihinlerinde ne tür çatışma hayalleri olabileceğini, sürekli eğleniyormuş / eğlendiriyormuş gibi görünen insanların kendi başlarına kaldıklarında nasıl bir içsel yalnızlık hissedebileceğini düşünün. Sınıfta diğer çocuklar gibi uzun uzun ve sessizce oturmayı istemeyen, sevmeyen, zihninde bambaşka yerlerde kim bilir hangi maceranın peşinde koşan çocukları düşünün. Aynı soruyu binlerce kez soran ve her aldığı cevaba yeni bir soru üretebilenlerimizi düşünün. Peki bütün bu ve benzeri örnekleri en tumturaklı tanılarla etiketlediğimizde ne oluyor?

Bu etiketler sayesinde tıp camiası giderek daha da ince ayrımlarda uzmanlaşıyor, pek çok yeni ana ve alt dal doğuyor ve bu uzmanlık alanları dernekleşiyor, ilaç sanayii bu ince dallar için ince ayarlı yeni dozlarda yeni etken maddelerle ilaçlar üretiyor, deneyleri fonluyor ve yeni bir isimle yeni bir hastalık/bozukluk (adı konuyor) ortaya çıkması bekleniyor… Sigorta şirketleri listelerde yer alınca bir hastalığı sigorta kapsamına alıyor ve bunun ilacının bedelini ödüyor… Bu uzman dernekler bol bol kongreler yapıyor, camianın üyeleri bol bol sunum yapıyor, giderek ana daldan ve bütünsel değerlendirmelerden kopuyor.

Doğayı oluşturan sistemin içerisinde dinamik bir parça oluşumuz unutuluyor ve “bu bozuk, al bunu düzelt, arızanın adını koy…” talebiyle, kime ve neye göre oluştuğu bilinmez bir “düzene” uygun otomatik parçalara dönüşüyor/dönüştürülüyoruz.

Başta hekimlerimiz olmak üzere belki hepimizde “bir yerde bir yanlışlık var ama nerede” duygusu/düşüncesi giderek daha sıkça hissediliyor. Bu sevindirici. Hekimlerimiz de insan ve insan düşünür, algılar, bilgilenir, öğrenir, sentezler, bir sonuca varır ve buna göre de yeniden kendine ve çevresine uyumlanır. Doğa dediğimiz şey an be an bu sürecin yaşanmasıyla ortaya çıkandır. “Bu bozuk” yaklaşımından “bu farklılık hayata ne katıyor/katabilir?” yaklaşımına geçebildiğimizde, bozuk diye tanımlama ihtiyacımız ve dolayısıyla da etiket talebimiz kalmaz diye umut ediyorum.

Yalnızca bu etiketleri değil, kendimizi tanımladığını sandığımız/düşündüğümüz tüm etiketleri sanki banyoya girercesine üstümüzden atıp, çırılçıplak şimdi-burada yaşayan …. kişisini, yani kendimizi gözleyebiliriz. Kendinizi bunca etiketin yokluğunda nasıl değerlendiriyorsunuz, nasıl hissediyorsunuz kendinizi, nasıl tanımlıyorsunuz?

Etiketsiz, yargısız, geniş ve ferah duygularla kendimizi kucaklayabileceğimiz, çocuklarımızı da yine bu ferahlıkla kucaklayabileceğimiz yıllarımızı sağlıkla ve sevgiyle yaşamaya fırsatlarımız bol olsun. Adı konmadan, kendimiz olarak.

Mutlu yıllar.

Bir yanıt yazın