Çocukken sık sık yaşadığımız hallerdi küsmeler 🙂 Sonra durum değişir ve işaret parmağımızla orta parmağımızı üst üste bindirip barışmak istediğimiz arkadaşımıza “boz!” derdik (Hala yapıyor mu çocuklar bu hareketi acaba? Uzun süredir hiç görmedim). Böyle doğal, basit, sakin ve kavgasız gürültüsüz barışır, oyuna kaldığımız yerden devam ederdik. Belki başka bir oyuna geçerdik. Ender olarak arkadaşımızla bu durum üzerinde konuşur ama en azından aynı konuda daha fazla küslük yaşamazdık. Bütün bu geçişler olabildiğince sancısız, acısız ve muhakkak umutla yaşanırdı. Hafiftik, fazla yük taşımazdık çocukken. Güven tazeler ve yola devam ederdik 🙂
Büyüdükçe küsmeyi huy edinmişsek, giderek yalnızlaşırız. Küsme hallerimiz bazen tam bir sessizlik içerisinde içe çekilmemizle kendini gösterir. Bazen de sağa sola çatmaya, karşımızdakileri azarlamaya, alaycı tavırlarla küçümsemeye, her fırsatta eleştirmeye veya “bana ne, bana ne!” tarzında bir umursamazlığa evriliriz.
Küsmek; incindiğimizi belirten ama kelimelere dökemediğimiz ya da kelimelere dökmeye hazır olduğumuzu henüz hissetmediğimiz acı verici bir durumun tatsız ve asık suratlı bir ifadesidir. Yine de gerçekte bir yardım çağrısı ve sessizce gösterilen bir yaraya, şifa bulma umududur. Boş vermişlik değildir ancak anlamsızlık-boşunalık hissiyle “hadi bir gayret!” arasında tedirgin, ikircikli bir gel-git döngüsüdür. Genelde üzerinde konuşulamadan, hayatın koşturmacası içerisinde kendiliğinden gibi görünen ama derinde bir kez daha kırılmış ve boyun eğmiş olmanın verdiği hisle geçip gider. Geçip gittiği sanılır. Bu “küsme” kavramına yaklaşırken, şımarık dudak büzme hareketiyle trip atmalardan söz etmediğimi yine de belirtmek isterim 🙂
Küsmenin derinlerinde kendimizden hoşnutsuzluğumuz, kendimize yönelik hayal kırıklığı, kendimizden utanma, kendimizi yetersiz-değersiz-boşuna bir varlık olarak değerlendirmelerimiz yer alıyor. “Ben annem, babam için neyim ki? Ben arkadaş(lar)ım için bir hiçim! Ben olmasam da onlar oyun oynayacaklar. Hatta ben olmasam daha da güzel oynayacaklar, iyisi mi ben hiç olayım, bu dünyadaki varlığımın adı ‘hiçbir şey olmak’ olsun” gibi bir içsel diyalog, fark etmeksizin bilinçdışımızda gelişip büyüyebilir. Dolayısıyla karşımıza çıkan her şeye ve herkese küse küse, hayatın tamamına küs, dargın, gücenik kalmaya alışırız 🙁
Küsmek ve küs kalma süreci, kendimizden başlar ama biz bunu fark edinceye kadar, hayat bizi doğrulamak üzere çalışır. Yalnız kalırız, gerçek ilişkiler kurabileceğimiz zeminler ya bizden uzaklaşır ya da biz zaten uzaklaşmışızdır. “Aramıyor, uğramıyor, bir hatır sormuyor, hep ben mi arayacağım, arasam ne olacak ki gerçekte merak etmiyorum” vb. cümleler zihnimizden geçer. Kalbimiz üşür, hayattan soğuruz, yaşama sevincimiz zayıf bir kandil ışığı kadar bile kalmaz belki 🙁 Kendimize ve başkalarına eziyette sınır tanımayız. Sevgili Üstün Dökmen bu durumu sadist-mazoşist davranış olarak niteler.
Bu kişilere kalben ve zihnen ulaşmak zor gibi görünse de, an gelir bir şefkatli dokunuşla tam bir zemberek boşalması gibi çözülme yaşanabilir. Bu kişilerin kendi hayatlarını kendilerince yaşamaya hakları vardır ve sonuçlarıyla da zaten kendileri bizzat yüz yüze kalırlar. Bunlardan kendilerince anlam veya ders çıkartmak da kendilerinin sorumluluğundadır. Eğer biz küsülen tarafsak bunu kabul etmek ve kendi bağımsız vicdan ve akıl terazimizle düşünmek durumundayız. Az önce dediğim gibi bu bir yardım çağrısıdır ancak “küsler”, bu çağrıyı yaptıklarının bile farkında olmayabilirler. O yüzden kalben onların bu yardım çağrısını duyabilir, onlar için kendimizde içsel bir şefkat geliştirebiliriz. Bu onları değiştirir, iyileştirir mi bilinmez. Ancak eğer biz bunu fark etmişsek, kendi şefkat kapasitemizi bu insanlara da açabilir, varsa zorunlu iletişimimizde bunu hatırlayabiliriz.
Rahmetli babam küsme eyleminin piri sayılabilir biriydi. Son yıllarında bu konuda oldukça yol almakla birlikte, yine de tam olarak kendine küskünlüğünü aşamamıştı. Bununla beraber babamdı ve ben de kendi adıma onu kendimce anlayabilmeyi, sevmeyi ve şefkat duymayı başarabilmiştim. Onun da yolu ışık olsun. Bir sonraki yaşamında sevgi dolu bir ömür planlamış olsun 😉
Yaşam arkadaşlık, dostluk ve aile ilişkilerimizle şekilleniyor. Hayat denilen armağanı paylaşarak, birlikte tadını çıkararak yaşamak şahane. Küskünlerimizin de bunu anlamaları, ayırdına varmaları, bunca zamandır yaşadıkları veya yaşattıkları küskünlüklerinden pişman olmaksızın ancak derinde yerli yerine koyarak, dört elle hayata sarılmalarını dilerim. Hayatın boş, anlamsız, boşuna olduğunu kendi içsel dünyamızda bize yankılamalarına artık gerek yok 🙂 Neşeyle ve sevinçle yaşamda var olmaları, tüm hayata verebilecekleri en değerli armağan!
Sevgiyle,