Sınav* kabızlığı mı, kendini baltalamak mı?
Sınav* kabızlığı mı, kendini baltalamak mı?

Sınav* kabızlığı mı, kendini baltalamak mı?

Yıllar önce bir kitapçının rafında bir kitap görüp, önüne arkasına bakıp, sayfalarına hızla göz gezdirip yerine bırakmıştım. İnce sayılabilir bir kitaptı ama başlık yeterince açıktı. Belki de benim tam ihtiyacım olan cevaptı ve içeriğini merak etmedim artık 🙂 Kitabın Türkçe çeviri başlığı ” Kendi Önünüzden Çekilin”** idi. İşte adı üstünde! Belki de yalnızca başlığı okuyarak, tamamını okumaktan vaz geçtiğim ilk kitaptır.

Sonraki zamanlarda karşılaştığım danışanlar, sınav heyecanı yaşayanlar, özellikle lise veya üniversite sınavlarına hazırlananlar, bir şekilde hayatının bir sınav anlamı taşıyan aşamasında olanlarla bu “kendi önünden çekilme” konusu daha bir derinleşti ve açıklığa kavuştu. Kendimizi baltalamak, kendimize engel olmak veya bir engel koymak gibi düşünce ve davranışları daha yakından gözleme, anlama şansım oldu.

Hepimizin hayatımızın bir aşamasında kendi sesimizi duyamadığımız, içimizde yankılanan seslerin çoğunlukla başkalarına ait sesler, seslenmeler olduğunu fark ettiğimiz zamanlar olmuştur. Tabi ki ne kadar erken fark edebilirsek o kadar iyidir. Ancak bu durumun gerçekliğini kabul etmek de zordur çünkü bu seslenmelerle büyüyen bizler, bu “öğrenilmiş doğrularımız, çaresizliklerimiz, çözümsüzlüklerimizi” öylesine içselleştirmişizdir ki; yeni bir bakış açısını, yeni kendi cümlelerimizi oluşturmakta ve seslendirmekte zorluk çekeriz.

“Koşma düşersin, yaklaşma yanarsın, elleme bozarsın, dokunma kırarsın, gitme kaybolursun, dokunma pis olursun” diyen bir çok ses ve cümle vardır çoğumuzun hayatında. Bunların çoğunluğunu da küçük yaşlarımızda duyarız. Sonra ergenlik yaşlarımızda da “elalem ne der, başkaları ne düşünür” kısmı gelişir. En azından bizim toplum yapımıza benzeyen ortamlarda. Bu saydığım cümlelerdeki felç edici, kötürüm edici, hareketsiz/eylemsiz kılıcı vurguları fark ediyorsunuz sanırım 🙁

Hayat başarısı kavramını pek de düşünmeyen ya da böyle bir kavramın bile farkında olmayan bir çok ailemiz ve bunların çocukları var. Yeni yeni kendilerine uyanan, cinsel kimliğini keşfetmeye ve ifade etmeye hazırlanan, kişisel kimliğini oluşturup aile üyelerinden farklı bir birey olduğunu anlayan, anlamlandıran ve bir yandan da özerkleşmeye doğru ilerleyen gençlerimiz. Tam bu dönemler, onların bizim toplumumuzda ya liseye ya üniversiteye girmeye hazırlandıkları bir dönem. Belki de hiç bu kulvara girmeyip doğrudan hayata atılan, yani yine bizim toplumsal deyişimizle çalışmaya başlayan gençlerimiz. Ne dersiniz? Kulaklarında çınlayan bu içselleştirilmiş kötürümleştirici cümlelerle nereye doğru yol alırlar?

Çocuklarımızın hayatını “sabah okul, öğleden sonra özel öğretmen-dershane, akşam yemek sonrası bir kaç deneme testi ve uyku ve yine sabah okul…” çemberine sokmak anne babalara kendilerini nasıl hissettiriyor? Çocuklarımız nasıl hissediyorlar kendilerini? Bir kafesteymişçesine yaşamak insan olmanın onurunu zedelediği gibi, kişiye değersizlik ve öz-güvensizlik yüklerken, nasıl ve ne tür bir “başarı” bekleniyor? Bu beklentimizde ebeveynler olarak haklı mıyız? Neden çocuklarımızı “borçlandırıyoruz”? Beklentilerimizi, onlar üzerinden kendimiz için kurduğumuz hayalleri gerçekleştiremezlerse sevmeyecek miyiz onları? Onları evlatlıktan red mi edeceğiz? Gerçekten çocuklarımıza nasıl bir yol açıyoruz farkında mıyız?

Farkında olanlarımız için bu sorulara olumlu cevap vermek daha kolaydır. Farkında olmayanlarımız içinse durum bir savunma öyküsü halini alabilir. “Ama ben her şeyi çocuklarım için yapıyorum, tüm çabalarımız onlar için” deyişlerimizin samimiyetini tekrar tekrar gözden geçirmenizi dilerim. Gerçek bambaşka olabilir ve bunda bir sorun yoktur. Hepimiz bu ve benzeri durumlardan geliyoruz bu yaşımıza. Ancak yeter ki gerçeği görelim, bilelim ve kabul edelim.  Aksi takdirde bu geleneksel toplum ve aile yapımızda yürümeye başladığı andan itibaren baltalanmaya çalışılmış ve artık büyürken içselleşmiş olan o seslenmelerle kendi kendini baltalamayı uzmanlık derecesinde öğrenmiş çocuklarımız ya sınavlarında başarısız olurlar ya da bir dolu sağlık sorunu vs. ile hayatlarına bir şekilde devam ederler. İster misiniz bunları yaşamayı ve yaşatmayı sevgili aile büyükleri, ebeveynler, iş yerlerindeki mentörler, liderler, üst düzey yöneticiler, orta kademe yöneticiler, bakanlarımız ve bürokratlarımız, öğretmenlerimiz?

Bu “kabızlığı” özellikle son 8 yılları bir üniversiteye girme hedefine odaklanmış olan gençlerimizde çok sık görüyoruz. Yıllarca yalnızca akademik ve teknik bilginin depolandığı beyinlerin kıvrımlarından, tam da sınav zamanında bir şey çıkamıyor. Beyin sürekli depolamaya ve tutmaya alışmış bırakamıyor bilgiyi. Soru sana bakar sen soruya ve boşluk… 🙁 Beyine başka bir uyaran, hayatın farklı pencerelerinden değişik veriler girememiş. Arkadaşlıklar veya dostluklar, yoldaşlıklar “rekabet” ortamında eriyip gitmiş, kökler zayıflamış, zaman ve uzam algısı neredeyse kaybolmuş ve şimdilerde daha bir farkına vardığımız, kimimizin sevdiği kimimizin sevmediği yapay zeka üstünü robotik canlılar gibiler. Sonrası hayal kırıklığı ve her açıdan yılgınlık, yorgunluk, suçluluk, umutsuzluk, sevgisizlik… “Öz-güveni yok, kilitlenip kalıyor, aşırı heyecanlı-kaygılı…” diye anlatıyoruz gençlerin sınav hallerini 🙁

Bütün bunların kapsayabileceği şekilde hepimiz kendi hayatlarımızda bazı aşamaları fark edebiliriz. Konuşup kendimizi ifade etmemiz gereken yerde dilimizin tutulması, hiç bilmediğimiz bir durumla karşılaştığımızda donup kalmamız, bir sınava girdiğimizde üzerine projektör tutulmuş bir hamam böceği gibi ölü taklidi yaparcasına donup kalmamız, aşırı kaygı yüzünden terleyen titreyen ellerimiz, kilitlenen çenelerimiz vs.  Tanıdık geliyor mu? Aynı şeyleri çocuklarımıza, gençlerimize yaşatmak ister miyiz? Evlatların doktor, mühendis, yazılımcı, hukukçu, şair, yazar, ressam, mimar, marangoz, çiftçi olması evlatlarımızla veya bu genç kuşakla ilişkimizi nasıl etkiliyor? Onları nerede ve nasıl başarılı görüyoruz veya görmüyoruz? Neden?

Her koşulda desteklendiğimizi ve sevildiğimizi bilmek bizi güvende hissettirir. Bu da hata yapabileceğimize ancak fark edip düzeltebileceğimize inancımızı güçlendirir. Düşeriz ama kalkar ve devam ederiz. Bunu bilmek özgürleştirir ve hayata sevdiğimiz eylemlerle devam etme gücü verir bize. Kendi önümüzden çekilir ve gerçek kendiliğimize yol açarız. Hepimizi hem kendimiz hem evlatlarımız, gençliğimiz için bunları düşünmeye ve boynuzun kulağı geçmesi için elimizden geleni yapmaya davet ediyorum.

Sevgi, anlayış ve şefkatle kalın.

*Sınav: Hem bilgi ölçmeyi hem de güçlüklerin üstesinden gelmeyi ifade eden toplu bir terim olarak kullanıyorum.

** Gay Hendricks’in Kuraldışı Yayınları’ndan çıkan kişisel gelişim kategorisindeki kitabı.

Bir yanıt yazın