Kendim ve Ötekiler için lakırdılar…
Kendim ve Ötekiler için lakırdılar…

Kendim ve Ötekiler için lakırdılar…

Şiddetli deprem ve üzerine gelen sel-su baskınları felaketlerimiz üzerine hepimiz düşünüyoruz sanırım. Hem korkuyoruz, hem “bize bir şey olmaz” diyoruz, hem suçlayacak bir yer arıyoruz, hem kendimizi kendimizin eyledikleri-eylemedikleri üzerinden sorguluyoruz, görünen manzarayı beğenmiyoruz, tekrar suçlayacak yer ve durum arıyoruz…

Gerçekten bu coğrafyanın yüzlerce bin yıldır ürettiği ama doğal ama toplumsal çatışmaları, yarılmaları, ayrışmaları, kavgaları, savaşları, direnişleri, barışlara ve onarmaya ve üleşmeye ve yine hep birlikte inşa etmeye odaklanmak gereken zamanlardayız. Ve hepsi bu… bu kadar… başkaca çözümü yok… ya bir araya gelmeyi ve bir arada yaşamayı öğreneceğiz, ya da öyle veya böyle bu yaşamdan çıkacağız.  Ölerek veya yaşayarak. En sıkça içimden geçen, son yaşananlarda göçüp gidenlerimizin boşa göçmüş olmaması… Yaşanan acılarla biz geride kalanlara gidilecek yolu göstermiş olmaları… Tıpkı Çanakkale’de 1915’i yaşayanların boşa yaşayıp ölmemiş olmasını dilediğim gibi…

Bulunduğum coğrafyayı seviyorum. Tüm gezegenimizi sevdiğim kadar. Bunun ne milliyetçi, ne ırkçı, ne ayrıştırıcı bir yönü yok. Hırslarımıza, gözü doymayan aç gözlülüklerimize, çok basit anlatımıyla “beni sevsinler yeter ki” diye uğraştığımız, putlaştırdığımız, tapındığımız, kendimizi bir “etkisiz eleman” tanımına sokup, her şeyi “birilerine halletsin diye bıraktığımız” durumlardan,  bu hallerimizden vaz geçmemiz, veda etmemiz gerekiyor.

Hepimiz bir yerlerde mahkumduk, katildik, hırsızdık, tecavüzcüydük, köleydik, hizmetçiydik, diktatördük, arsız-yüzsüz-görgüsüzdük, İskenderiye kütüphanesini yakandık, zenginlere gençleştirici maddeler sağlayandık, bunun için çocukları diri diri korkutup işkence edip öldürendik, buradan gelen maddeleri kullanıp genç-güzel-kudretli görünendik, Truva atını akıl edendik, Filistin’i ortadan kaldırmak isteyen, Kolombiya’da uyuşturucu ticaretini yöneten, Hiroşima’ya bomba atan, elmas madenlerinde hiç adı duyulmayanlar, Afrika topraklarının bağrından deşilmiş elmaslarla işlenmiş kolyeleri, yüzükleri, saatleri kullananlardık, Hitler’dik, Mussolini’ydik, Franco’yduk, Vahdeddin’dik, İsa’ydık, Muhammed’dik, Galile’dik, Kopernik’tik, Einstein’dık, nehir kıyısında çamaşır yıkayandık, bitkilerden ilaçlarla derman üretenlerdik, evde ekmeğini yapanlar, tarlada ekinini ekenler, çocuğunu sağlıkla ve güzellikle baş-göz etmeyi düşünenlerdik… Bir zamanlar hepimiz bu günü yaratanlardık… ve hala yaratmaya devam ediyoruz.

Bundan sonra ne olsun, nasıl olsun ve bunun içindeki biz kim olalım? Ne olsun istiyorsak, bunu hep birlikte yaratacağız. Başka yolu yok! Bunun içerisinde biz kim olalım derseniz, sevgiyi ve üleşmeyi ve ortaklaşa yaşamayı becerebilenlerden olalım isterim. Bir otla, bir böcek, bir ağaç, bir hayvan ve bir insan arasında “yaşam hakkı” açısından hiç bir fark yok. Her şey biz insan türünün de insanca yaşama hakkı tanındığı için böyle. Yoksa her şey yalnızca insan için var değil yani! Bu kibir bizi öldürüyor 🙁

İşte bunlar üzerine geçenlerde can kardeşlerle sohbet ediyorduk. Bizden çıkanları aşağıda bir diyalog olarak okuyabilirsiniz. Tüm okuma süresi yaklaşık 5-6 dakikanızı alır.

S1: Bunun sancısını mı cekiyoruz acaba? Bitmiyor… biri bitmeden 3 u başlıyor !

N: Baktılar biz insanlar sallanıp duruyoruz yan gelip yatıyoruz.. temizlik imandan gelir deyip sarsıyor, alt üst ediyor, ortadan kaldırıyor, yıkayıp geçiyor.. ölüm hepimiz için bir an var.. nerde ne zaman bilmiyoruz.. yalnızca yaşamın kıymetini bilmemiz, başkalarının da bunun kıymetini bilmesini dilememiz, çok kastıranı da serbest bırakmayı bilmemiz gerekiyor herhalde.. her an ölebilirim.. buna şimdi istekli değilim ama geride takılı kalacağım bir şey olmamak üzere her şeyle herkesle her anla hellalleşme halindeyim❤️?

S1: Sadness (hüzün)!!! Bende uyandırdıgı duygu bu… Bitmeyen iyileşmeyen…Çok doğru siz değişmiyorsanız, biz, temizleriz deyip sallıyorlar valla, bir sağdan bir soldan. Ölüm ne kadar yakın ama bir o kadar uzak. Sanki bize hiç gelmeyecek gibi, öte yandan her gün olup bitenlerle gözümüze sokulan, ensemizde soluğunu hissettiğimiz.

S1: Aha bundan  iyi bir yazı çıkar sanki ??? … Hüngür hüngür ağlayasım var ama bir yandan da muzırca dalga geçip gülesim… Delirdim mi acaba ??  Bu arada geçende bir tarot okumasında bana bu hayatımda çok karma temizlediğimi ,misyonum olduğunu ve bunun dünyadaki son enkarnasyonum olduğunu söylüyordu. Gezegenimizi çok seviyorum öte yandan insan olmak zor, insanlar zor, insanların kötülük potansiyelleri ve acı çektirme konusundaki yaratıcılıkları aklımı alıyor. Hazır mıyım bu güzel gezegenle vedalaşmaya emin değilim, acaba ondan mi uzatıyorum bu iyileşmeyi? İyileşirsem bitecek gibi.

N: ? iyileşince buranın da yuva olduğunu idrak ederiz bence? seperation (ayrılık) ruhun ilksel yanılgısı bence.. başka türlü de ben ve ben olmayan farkını anlamamız mümkün değil.. şefkat, ben olmayanı da kabul edip varlığına saygı duymayı sağlıyor.. ruhun şefkati geliştirmesinin yolu dualite-dikotomi-ikilemlilikten geçiyor.. seperation fikrini aşmamız, şefkatle mümkün.. hem kendimize hem tüm var olana?

S1: Seninle yaptığımız son çalışmada bu seperationun (ayrılığın) bir yanılsama olduğunu ve struggle’a (mücadeleye) gerek olmadığını çok iyi hissetmiştim, tam bir huzur ve kabul hali mükemmeldi ama şimdi o duyguya geçemiyorum bir türlü.

N: doğal bir süreç.. buna yeniden geçemediğin için kendini hırpalama. Binlerce yıldır öğrene geldiğimiz bir şey bu.. zamana bırak birliğe yerleşme işini.. yalnızca direndiğini, direnç çalıştırdığını fark ettikçe bunun bir ilüzyon olduğunu, tıpkı bir bedenin herhangi bir parçası olarak işlev gördüğünü, örneğin göz isen mesane olamayacağını kabul et… bedensel varlığımız bizim bunu anlamamıza da çok yardımcı oluyor.. neden çakraların tıkalı? onların bağlı olduğu organlara da tahakküm etmeye çalışıyorsun belki.. oysa beyin (kozmik anlamda tanrı) var olmamız için en iyisini yapıyor.. hayat da öyle.. en iyisini bize sunuyor.. bunu dram ya da trajedi algılayan yine biziz.. durumun dramını yaşamayı seviyoruz çünkü kurbanda kalmak, çaresiz-güçsüz-edilgen kalmamızı haklı çıkarıyor.. buna itiraz eden Gaia, ne gerekirse yapıyor kendi varoluşu için.. gereken yerde bizden vaz geçiyor..

Gaia ruhu sonsuz, tıpkı bizim ruhumuz gibi.. hep var olacak.. ama dünya olarak ama  başka bir varlık olarak.. tıpkı enkarnasyonlarımız gibi.. ama kadın ama erkek.. dram-trajedi-isyan-kurban-dram-trajedi vs zincirini ancak ayrılık fikrini bıraktığımızda kırabiliyoruz.. kırabildim mi? tartışılır.. sadece bu hayattan benim anladığım bu.. anın farkına varmak ve ne gerekiyorsa yapmak.. zen ustasının dediği gibi.. yemeğini yedin mi? o zaman bulaşığını yıka.. yemek yerken yemek ol, miden ol, damağındaki tad ol.. sonra da tabağın ol, su ol, sabun ol, bunları yapabildiğinin farkında ol, yemek yiyebildiğinin, yapabildiğinin, suyunun olduğunun, elinin suya dokunabildiğinin vs farkında ol… bunun şükürle farkında ol… hayat.. hepsi bu?

S1: Ne güzel dedin, kolaylıkla olsun ne olur ve sevgiyle???

S2: Bu yazdığını da blogunda ve Facebook’ta paylaşsana ..ne güzel ışık olur herkese.

S1: Kesinlikle. Ben de bugün bu konuda bir şeyler yazmak için ilham aldım sayende.

S2: Demin kedilerden birine yere düşen ilaç kutusunu gösterip “şunu verir misin” dedim.. Ayağıma kadar yuvarladı.. olmuş bunlar ??

S1: İnsanlardan daha fazla olduklarına eminim? Öyle şeyler görüyorum ki instagram reel larda ağzım açık kalıyor.

S2: Vallahi şu sahneyi çekip koymak isterdim.

Evet sohbetimiz böyleydi ve bu sohbetlerimizin ardından her zaman olduğu gibi yüreğimizde sıcak bir şükran duygusu  ve kedi dostlarımızın muhteşemliğine dair hissettiklerimizle vedalaştık. Sizler de bunu okurken kendinize dair bazı farkındalıklar yaşayabilirsiniz veya aykırılık hissedebilirsiniz. Hepsi mümkün.

Kardeşimi bir başka ben olarak görmeyi öğreniyorum. Böylece benim için “yabancılaştırdığım bir öteki” olmaktan çıkıyor. Kendim ve kendim olmayan ben olarak kalıyoruz kendi varoluşumda. O zaman çekişme, kaygı, yıkıcı çatışma yerine… birbirimizi dinlemeye zihinle ve yürekle açık, anlamaya açık ve birlikte nasıl daha güzel bir yaşam yaratır ve yaşamaktan zevk alırız kısmına odaklanmak için bol bol enerjimiz oluyor.

Bunu önce kendimizde ve bu sırada kendi toplumumuzda ve tüm dünya varlıkları arasında başarmamız mümkün. Konuşarak, dinleyerek, anlayarak… itip kakmadan, dilimizle de itişip kakışmadan… yavaşça başlayarak hızlanırız elbet… Artık bütün bu dünya hali üzerine düşünüp, kendi irademize sahip çıkma ve yaşamak istediğimiz hayatı birlikte yaratabilme imkanları, fırsatları, ihtiyacı bakımından gözümüzü açma vaktidir. Bir araya gelip bunu başarmanın vaktidir 🙂

Sevgiyle kalın.

Bir yorum

  1. Geri bildirim:Ötekileştirdiklerimizden misiniz? | Ruhun Seyir Defteri

Bir yanıt yazın