“Pozitif düşünme” tiryakiliği mi?
“Pozitif düşünme” tiryakiliği mi?

“Pozitif düşünme” tiryakiliği mi?

Acı çekerken nasıl “pozitif” düşünebiliriz? Ya da kederliyken, yastayken, endişeliyken? “Aaaa, aşkolsun ama, pozitif düşün, öyle olmasaydı şöyle olmazdı, öyle yaşanmasaydı böyle olmazdı” diyenlerimiz çoktur. Kendimiz de deriz bunları kendimize. Ancak bunu söyleme vakti, yalnızca biz kendi içimizde o her neyse yaşanan, onu bir yerlere yerleştirdikten, sindirdikten sonradır. Başkalarının bunu bize söylemesinin ise hiç bir zaman vakti değildir sanki 😉

Özellikle kendisini “spiritüel” (maneviyat eğilimli, ruhsal eğilimli) olarak tanımlayan kişi veya grupların, acı verici, üzücü, öfkelendirici, kırıcı, endişelendirici durumlar için hemen önerdikleri veya hatta bazen (kendilerine de) dayattıkları bir yol “pozitif düşünme”. Bu bazen “akılcı düşünme” ile de karıştırılabiliyor.

Duygularımız, bizim insan olduğumuzu bize hissettiren ruhumuzun ayak izleri gibidir bence. Bunun olumlu-olumsuz diye ayrışması, yalnızca akademik bir sınıflamaya yardımcı olur. Bunları hissedebilme yetisi, bizim kendimizi ve başkalarını anlamamızı sağlar. Bu nedenle duygu olarak hissettiğimiz her ne ise, bunu tanımlayıp bizdeki etkisini anlamamız mümkün olur. Empati yeteneğimiz de bu sayede gelişir. Dolayısıyla da bizden farklı düşünen, davranan, hissedenleri de anlayabiliriz. Acı çeken birini, kıskanan birini, endişelenen birini, içerleyen birini, öfkelenen birini, huzurlu-neşeli-sevinçli birini tanırız. İçsel olarak dişlerini sıkmış ve öfkesini bastıran birinin, dışarıya kibarca-nazikçe gülümsemesi bizi yanıltmaz. Hissederiz. Beynimiz bu yapay zorlamayı algılayacak kadar gelişmiş durumda şükür ki 🙂

Sonuç olarak hissettiğimiz her ne ise, o duyguyu hissetmeye kendimize ve başkalarına izin vermek, insan oluşumuzun tadını çıkarmaya destek olur. Çoğu zaman olumsuz diye nitelenen duyguları reddetmek değil ama, olabildiğince hızlı şekilde ondan uzaklaşmaya yönelik bir dolu talimat-öneri-bildiri görüyoruz her yerde. “Kendine iyi davran, yine güneş doğacak, kendinle barış, bu da geçer” vb. Teselli kapsamında ya da umut verici sözler elbette işe yarar. Ancak dediğim gibi biz bunu yaşamış ve yerine yerleştirmişsek. O duygu zamanı gelip kendini bizde ya da başkalarında tamamladığında, biraz daha olgunlaşmış, dönüşmüş olabiliriz. İlla da pozitif düşüneceğiz diye duygularımızı yok saymayız ve her birini yaşamın tadı-tuzu olarak kucaklayıp, hayatın tadına biraz da bunlarla bakabiliriz. Elbette yaşadığımızı anlamak için mutlaka acı içinde olmamız gerekmiyor 🙂

Böyle bakınca duygular her ne kadar olumlu-olumsuz diye sınıflandırılmış olsa da, hepsinin hayatın tadına farklı lezzetler kattığını fark edebiliriz. Düşünsenize, siz taze fasulye yemeğini zeytinyağıyla pişireceksiniz ama biri gelip size “asla olmaz, ancak tereyağıyla pişirebilirsin” diyor 😉 Sanki can sıkıcı olurdu.

Hayatınızın tadı-tuzu yerinde olsun. “İyi diyelim iyi olsun” ile yetinmeyip, bu “iyi” her neyse onu yaratabileceğimize muktedir olduğumuz aklınızda bulunsun. Vakti gelince 😉

 

Not: “Pozitif düşün” önerisinde o denli aşırıya kaçılmış durumda ki, psikoloji ve felsefe alanında bu yanlıştan dönülmesine yönelik yüzlerce makaleyi, internet ortamında bulabilirsiniz.

Bir yanıt yazın