Alanımızı kaybetmek, kalp ve böbrekler…
Alanımızı kaybetmek, kalp ve böbrekler…

Alanımızı kaybetmek, kalp ve böbrekler…

Göç etmek, alıştığımız bir ortamdan uzaklaşıp bir başka ortama geçmek, bu yeni ortama alışmak, uyum sağlamak zorlayıcı bir süreç. İnsan türü olarak uyum sağlama konusunda çokça başarılıyız ancak bizim toplumumuzun uyum sağlama hızına ve bunu oldukça sağlıklı şekilde başarmasına hayranım.

“Sudan çıkmış balığa dönmek” deyimini kullanırız sıklıkla. Yani alıştığımız, yaşam kaynağımız olan alandan bir başka alana geçtiğimizi anlatırız. Şaşkınlığımızı, hayatta kalma çatışmamızı, her şeyin tepetaklak ya da alt üst olduğunu, belki terkedilmişliğimizi, yalnız kalışımızı, var olmakta zorlandığımızı anlatmaya çalışırız böylesi zamanlarda. Buna genellikle öfke eşlik eder. Biz bunun hakkında düşünür ve kendimizce çözüm üretmeye çalışırken, bedenimiz de duruma uyum sağlamaya ve bizi hayatta tutmaya çalışır. Yani böbreklerimiz 🙂 Bedenimizde “sudan çıkmış balığın ihtiyacı” olan suyu tutmaya başlar. Örneğin bunu ani hastane yatış süreci yaşayanlarımızda görürüz. Kilo alabiliriz, vücudumuzda “ödem” oluşabilir, kolesterolümüz yükselebilir, tansiyonumuz yükselebilir vs.  Bu sorunu zihnimizde çözdüğümüzde de böbrek iltihapları, sık idrara çıkma, böbrek kumu ve hatta taşları vs. üretilir. Yani bedenimiz, sorunun çözülebilmesi için gereken zamanı ve ortamı bize sağlamıştır. Şimdi ise gereksiz dokuları ve hücreleri vücuttan atmaya başlamıştır.

Ait olduğumuzu hissettiğimiz alandan-toplumdan-mahalleden-evden ayrıldığımızda, kalbimiz de bu işte bize destek olmaya çalışır. Kalp damarlarımız genişler, kan akışımız hızlanır, tansiyonumuz gene yükselebilir, kalp atışımız hızlanır vs. Çünkü genellikle bu duruma hüzün, üzüntü, keder eşlik ederken diğer yandan “kayıp” duygusu ağır basar. Bir yerlerden, birilerinden, yuva gibi hissedilen şeylerden uzağa düşmüşüzdür. Kalbimiz bu sıkıntıyı telafi etmeye ve bizi ayakta tutmaya çalışır. Biz yeni duruma alıştığımızda ise damarlarımızda kolesterol yardımıyla tamir başlar. Bu süreçte fiziksel olarak çok yorulmuşsak, ani kalp krizleri ve buna bağlı ölümler bile gelebilir 🙁 Bu konuda çok güzel bir örnek de var. Roseto etkisi diye bilinen bir çalışmaya da konu olmuş.  Birbirine bağlı olduğunu hisseden, kendini “yuvada” hisseden, hayatı sevinciyle ve güçlüğüyle paylaşabilen, yaşayabilmek için uzaklara gitmek zorunda olduğunu hissetmeyen insanların oluşturduğu bir topluluğun, Rosetoluların öyküsü bu 🙂

Sonuçta bedenimiz bizi ayakta tutmak üzere, sağ kalmayı başarmak üzere programlanmış bir organizma. Bu nedenle “hastalık” diye tanımladığımız belirtilere, bir de “iyileşiyorum” açısından bakarak gerçekte biz de bedenimize destek olabiliriz.

Ayrıca kalp ağrısı, böbrek ağrısı çekenlerimizin hayatlarında bir ayrılık-yer-yurt değişikliği-sevilen birilerinin kaybı veya evden-yuvadan ayrılma öyküsü olabileceğini fark edin. Hele son zamanlarda ülkemize göç eden insanların, neler yaşamış olabileceğini düşünürsek ve hatta bu göçlere tanık olan veya göç edenlerle birlikte yaşamaya uyumlanmaya çalışan yurdum insanının da yaşadıklarını fark edebilirsek ve hatta daha da ötesi, yurdum insanının da çağlar boyunca göçlerle bu topraklara yerleştiğini hatırlarsak… hem sağlıkta olmayı hem de sağlıklı ilişkileri kurup yaşatabilmeyi başarabiliriz diye düşünüyorum.

Son söz olarak “kendini yalnız hissedebilirsin ancak asla tek başına değilsin” demek istiyorum. Sağlığımıza dair detaylar için şu sayfaya da bakabilirsiniz.

Sağlıcakla, anlayışla ve dayanışmayla kalın.

 

 

 

 

 

 

 

Bir yanıt yazın