Bilişsel obezlik, “binge-bilgilenme” :-)
Bilişsel obezlik, “binge-bilgilenme” :-)

Bilişsel obezlik, “binge-bilgilenme” :-)

Çok bilgileniyor ve çok eylemsiz kalıyoruz 🙁 Farkında mıyız? Her şeyden haberdar olma, her yeni çıkan kitabı okumuş olma, her yeni çıkan filmi izlemiş olma, her yeni teknolojik uygulamaya sahip olma, sosyal medyada takip edilenlerin her mesajını yakalama, her yeni kendini değiştir-dönüştür-geliştir yöntemini öğrenme, her sosyal medya mecrasında var olma, olan biteni oradan izleme ihtiyaç ve arzumuz sonucunda, zihnimiz bir bilgi çöplüğüne dönüyor sanki. Bilgi, İngilizce karşılığı enformasyon, işlenmemiş veriler toplamıdır ve beynimizce bazı operasyonlardan geçirilerek, dahası bizler bir şey yaparsak, bu veriler toplamını kullanarak anlamlı bir süreci oluşturursak, eylemden gelen deneyimle birleştirirsek gerçek anlamıyla “bilgiyi” (İngilizce karşılığı knowledge) edinmiş oluruz.

Ne var ki bizimki bilgilenmekten öteye geçemiyor çünkü büyük bir telaşla bilgi toplamaya, gündemi yakalamaya, izlenmemiş filmlerin/dizilerin-okunmamış kitapların-ölmeden önce görülmesi-yapılması gereken yüzlerce şeyin hızına, çokluğuna yetişebilmek için sürekli olarak yalnızca bilgilenmeye çalışıyoruz. Bu  tür durumlar için psikoloji terimlerinde çoktandır  bir tanım oluştu : Binge-yeme bozukluğu gibi binge-okuma, binge-izleme vb. Yani bütün bu bilgilenme koşuşturmacası “tıkınırcasına” yapılıyor.

Toplanan tüm bu bilginin hem bedensel hem zihinsel sindirim sistemimizde yarattığı dengesizliği, aşırı bilgi akışına maruz kalmanın getirdiği “bilgi obezliğinin“, tıpkı hareketsiz bir hayat sürerken aşırı yemenin yarattığı obezite gibi bir etki yarattığını fark etsek çok şahane olur. Hayat; başkaları bir şeyler yaparken, olanı biteni küçük ekranlardan izleyerek oluşmuyor.

Elbette izlemekten, okumaktan, düşüncelerini merak ettiğimiz insanları takip etmekten bir zarar gelmez. Yalnızca eğer “yetişemedim, izleyemedim, okuyamadım, gidemedim, gezemedim” vb. endişe, kaygı ya da tedirginlik hisleriniz varsa, artık bir durun ve bir ara verin. Buna detoks mu dersiniz, oruç mu dersiniz, hayata dönüş operasyonu mu dersiniz bilemem. Ama lütfen ara verin. Dışarıya çıkın. İster yalnız ister dostlarınızla, çocuklarınızla. Yoldan geçenlerle selamlaşın, parkta bir çay için, hizmet eden çocukla selamlaşın, hal-hatır sorun, sokaktaki temizlik görevlisine “kolay gelsin” deyin, ağaçların yapraksız dallarına bakın, yapraklıların hangi cins olduklarını yeniden fark edin, bulutlara bakın, ışığa bakın, yarın için havayı tahmin etmeye çalışın, yıldızların altındaysanız kutup yıldızını bulun ve yönleri yeniden fark edin, geç kalmış bir kuşun sesini fark ettiğinizde onun hangi kuş olduğunu merak edin, anlamaya çalışın, karşıdan karşıya geçen yaşlılara, çocuklara, bebekli kadınlara yardımcı olun, bir simit alıp hem siz yiyin hem de belki başka canlarla paylaşın, evde güzel bir yemek yapın, hep sarkan o elektrik prizini yerine takın, sökükleri dikin, evdeki fazlalıklarınıza başka ihtiyaçları olanları bulun, komşunuza kahveye geçin, hep yazmak istediğiniz öykülerinize başlayın, kendi mandalalarınızı tasarlayıp boyayın, arkadaşlarınıza kendiniz hediyeler hazırlayın gibi bir dolu eylem, hemen aklıma gelenler. Eminim daha yaratıcı şeyleri de sizler yaparsınız. Eylemde olmanın iyileştirici etkisini hemen görmeye başlayacaksınız.

Eylemsiz varlığımız, hayata sihir katma konusunda da eylemsiz kalıyor. Bu da hayatı eksiltiyor, kırık-dökük bırakıyor. Gelin hayatlarımızı birbirimizin yaptıklarından-ettiklerinden mahrum bırakmayalım. İzleyici olmaktan çıkıp, yaratan-yapan-ortaya çıkaran olmayı hatırlayalım.

Neşe ve yaşama sevinciyle kalın.

 

Bir yanıt yazın