Doğduğumuz andan itibaren dış dünya ile tanışırız. Önce annemiz, hatta annemizin memesi üzerinden anne karnındaki hayatımızdan farklı bir hayatı deneyimlemeye başlarız. Bu sırada beynimiz de hala gelişmeye devam etmekte ve nöral yollarını çoğaltmak ve derinleştirmekle uğraşır. Beynimizin tam olarak şu anda bu yazıyı okuyup anlamlandırmaya yarayacak olan hali, neredeyse 2,5 yaşlarımıza doğru tamamlanır. Bıngıldak bile fizyolojik olarak 1-1,5 yaşlarımıza doğru sertleşir. Rahmetli İskender Savaşır hocamız “bir çocuğun tam olarak bilişsel ve fizyolojik gelişimini tamamlamasını beklersek, hamilelikler 24 aydan fazla sürmeliydi” derdi. İnsan yavrusu olmanın artıları eksileri diyelim bu duruma 😉 Hayvanlarda ise genel olarak doğar doğmaz tam kapasite var olma ve hayata karışma hali mevcut. Bazen de bizimle karşılaştırırsak çok daha kısa sürelerde tamamlanır tüm gelişme süreci.
Hayvanlardan ya da diğer canlılardan bir farkımız da bizim yaşamın içinde olan biteni anlama ve anlamlandırma ihtiyacımızdır. Ömrümüz sona ererken de, eğer düşünmeye zamanı olan şanslılardansak, geriye dönüp hayatımıza baktığımızda “anlamlı bir yaşam” sürmüş olmayı dileriz. Bu konu hakkında her yaştan insan, belki de şu ana kadar hiç bu konuda düşünmemiş, aklına bile gelmemiş olanlarımız olabileceği gibi, zaman zaman bu konuyu düşünen ya da sezenlerimiz de var. Yaşarken her anımız gerçekte ölüme doğru da bir koşu gibi. Her an akılda taşımak değil ama bir gün ölümle de karşılaşıp, geldiğimiz gibi gideceğimizi de arada sırada hatırlamak, bununla barışık olmak, bunu bilerek yaşamak belki de yaşamın değerini daha derinden hissetmemize, yaşamı bir armağan ama aynı zamanda ölüm anında kendimize sunabileceğimiz en şahane armağan paketi olarak düşünerek ilişkilerimizi, kendimizle ilişkimizi, dünya ve hayatın tümüyle ilişkimizi buna göre inşa etmemize destek olabilir 🙂
Hayatın içinde yol alırken tüm düşüncelerimiz, duygularımız ve eylemlerimiz için neden-niçin-niye-nasıl sorularını sorabiliriz. Bu sorulara vereceğimiz cevaplar da ya bize bir “anlam” sunacaktır ya da bir durumu daha doğru “anlamlandırmamıza” yarayacaktır. Kendimize verebileceğimiz bu cevaplarla ilerlediğimiz bir hayatın içinde, gerçekte kendi içsel rehberliğimize yaslandığımızı ve destek aldığımızı (okuma-yazma çağı öncesi yaşlarında olanlarımızın bu yazıyı okuyamadıklarını düşünerek) fark edebiliriz. Kendi hayatını veya dış dünyada olup biteni “anlamsız” bulanlarımız, bir kez daha bu bakışlarını gözden geçirebilirler. Konuşabilmeyi az çok başarabildiğimiz andan itibaren “ama neden?” diye sorarak büyüyoruz değil mi? Cevap o anda büyüklerimizden gelmese bile merakımızı koruyoruz, gerekirse isyan ediyoruz, aklımıza yatmayan şeylere direniyoruz veya anlamı yerine yerleştirip kabul edip devam ediyoruz. Dış dünya üzerinden “kendimizi biliyoruz” ve kendimizi de “anlamlandırıyoruz”.
Ölümle karşılaşmadan önce hepimizin kendimizi bu hayatın içinde anlamlı bir parça olarak hissettiğimiz ve bize yaşadığımıza değdiğini hissettiren ister sade ve basit ister görkemli ve cafcaflı, ama mutlaka “anlam dolu” sağlıklı ve sevinçli yaşamlar diliyorum. Şimdiden zorlukların ve güçlüklerin kolaya, kızgınlık ve öfkenin haklı ve yerinde eylemlerle dönüşerek yaratıcılığa, yasların-kederlerin-mağduriyet sızlanmalarının yaşama sevincine ve bu sevince sahip çıkmaya evrildiği yeni bir yıl dilerim.
Sevgiyle kalın.