Hastalık?… İyileşme!… Yeni ne var?
Hastalık?… İyileşme!… Yeni ne var?

Hastalık?… İyileşme!… Yeni ne var?

Hiç düşündünüz mü, bunca mükemmel detaylı organize olmuş bedenimizde neden hastalık oluşuyor, neden arızalar çıkıyor ve neden hayatı böylesi sağlık sorunlarıyla yaşamak durumunda kalıyoruz? Yoksa bedenimiz bize ihanet mi ediyor? Bedenimizdeki bazı organizmalar bize düşman mı? Fiziksel bedenimizi haşat eden, boş bir çuvala çeviren, en olmadık zamanlarda belki de bizi alıp götüren inmeler, krizler, şoklar vs… hep bize düşman güçlerce mi gerçekleştiriliyor? Doğuştan getirdiklerimiz, sonradan edindiklerimiz, daha küçücük bebekken gelenler… Cevapları biliyorsanız, bu yazıyı okumadan geçebilirsiniz. Ancak cevapları bilmiyorsanız ve merak ediyorsanız, hadi devam edelim 🙂

Genellikle rahatsızlıklarımıza, hastalık dediğimiz durumlara sebep olarak güncel virüsleri, bakterileri, salgınları, genetik yapımızı, yanlış-ters hareketleri veya mevsimleri, bir de stresi sorumlu tutarız. Eğer anlayışlı bir hekime denk gelmişsek, böyle anlatır bize.  Bazen de bazı hekimlerimizin kapısında uzun kuyruklar vardır ve sadece “bir sonraki” çağrısına uyarak muayenehanenin kapısından içeri girer ve elimizde bir reçeteyle çıkarız. Neydi, nedendi, nasıldı soruları havada asılı kalıverir.

Lütfen şimdi bir anlığına gözlerinizi kapatıp sakince bir kaç nefes alın. Bu alıp verdiğiniz her nefesin, bedeninizin içerisinde aynı anda kaç tane hücre, doku, organ ve sistemle birlikte çalışarak sizi hayatta tuttuğunu fark edin. Nefesimizi alırken veya verirken hiç birimiz alyuvarları gözleyip, “hop bir dakika oradan değil, aorttan şeyedecektin” ya da kalp kaslarına müdahale edip “hayır hayır sağa değil, sola, sola!” diyemiyoruz değil mi:)  Kalbimiz, akciğerlerimiz, kan hücrelerimiz, damarlarımız… şu nefesi alıp vermemiz için daha bir dolu hücresel ve dokusal sistem, tıkır tıkır işleyip görevini yerine getiriyor. Kimse de “öf sıkıldım ben akciğer bronş hücresi olmaktan, biraz da diyafram manzarası alayım, çekil oradan ben seyahate çıkıp damarlarda dolaşacağım” demiyor 🙂 Kusursuz bir disiplinle, tam olarak görev tanımına uygun olarak ve hatta yedek sistemler oluşturarak, bedenimizde gerçekte her şey yolunda gidiyor. Bütün bu organizasyonun kusursuz işlemesinden sorumlu olan ise elbette beynimiz ve elbette tüm hücre-doku-organ ve sistemlerimizin de kendi evrim sürecinden getirdikleri, varoluşun başlangıcından bu yana biriktirdikleri hücre bilgisi. Bunları yazarken gerçekten bu beden organizasyonumuz önünde hayranlık ve şükranla eğilmek istiyorum 🙂

Beynimizin biyolojisi, fizyokimyası tamamen evrimsel (moleküllerimizde ve dolayısıyla üst organizasyon olan hücrelerimizde milyarlarca yıllık evren var oluş hafızası bulunmakta) bilgelikle hareket ediyor ve en temel amacı, bizim fiziksel olarak sağ kalmamızı sağlamak. Beynimiz şunu da biliyor (belki biz fark etmiyoruz ama): Sağ kaldığımız sürece, sorunlarımıza çözüm bulma olanağımız-şansımız var. O yüzden olabildiğince süre hayatta kalmaya programlı beynimiz 🙂 Çok şükür ki böyle.

Biliyorum bir çoğumuz için bunlar hiç de yeni bilgiler değil. Belki size yeni gelecek olan şu olabilir: Bedenimizde yaşananlardan ortaya çıkan belirtiler, ya aktif bir zihinsel – duygusal – biyolojik çatışma halinde olduğumuzu ya da böylesi bir çatışmayı çözdüğümüz için iyileşiyor olduğumuzu gösteriyor. İnanılmayacak kadar basit değil mi? 🙂 Örneğin yükselen kolesterolümüzün, önceden tahribata uğrattığımız (aktif çatışma aşamasında) damarlarımızda açılan çukurları, kazılmış yerleri tamir için geldiğini düşünebiliriz. Benzer şekilde, kendimizi kıyasıya eleştirip değersizleştirdiğimiz yıllardan sonra, biraz da yaşımızın ilerlemesinin verdiği avantajla değerli olduğumuzu hissettiren durumlar yaşadığımızda, kalsiyumun kemiklerimize geri dönüşü yüzünden çektiğimiz ağrıları da düşünebiliriz. Annesinin işe gidişinin ve annesiz kalma korkusunun çok acıklı olduğunu belli bir yaşta, günde, mevsimde, saatte, anda yaşayanlarımız… Akşam anne eve dönünce aniden ateşinin yükselip, kırmızı şeyler dökmeye başlayanlarımızı düşünelim. Hala zaman zaman alerjik tepkiler yaşayanlarımız. Çocuğunun doğuştan gelen ve adına genetik vs. denen bir rahatsızlığı olanlarımız. Bazen de yıllarca o-şu-bu nedenle tedavi gören ancak bir türlü tam olarak iyi olduğunu hissedemeyenlerimiz. Sizce bedenimiz bize karşı savaşıyor mu? Trilyonlarca hücre ve bir o kadar da bakteri-virüs-mikrop- mantar-enzim vb. yardımıyla ortaya çıkan bu beden, kendini korumaktan ve iyileştirmekten aciz mi gerçekten? Ben de buna inanamıyorum 🙂

Sürekli ağrıyan omuz, sürekli ağır ağrılı regl dönemleri, huzursuz bacaklarımız, huzursuz bağırsaklarımız, koştururcasına çarpan kalbimiz, sürekli yüksek tansiyon – kolesterol, yiyemediğimiz tüm doğal şekerler ve protein zengini gıdalar, içemediğimiz tüm güzelim türk kahveleri ve kendimize yasakladığımız bin bir çeşit şey… değer mi? Biraz düşünelim.

1800’lerden başlayarak gelen akademik biyolojik evrim bilgilerimize, psiko-biyoloji, nörobiyoloji, sinirbilimi, epigenetik (kalıtımsal ama genetik olmayan 🙂 ) araştırmaların bulguları da ekleniyor. Sonuçta kendi vücudumuz devasa dinamik bir organizasyon olarak, yine devasa dinamik bir organizasyon olan evrenin içerisinde sanki bir molekül ya da hücre gibi yer alıyor. Böyle düşününce “kim tutar bizi” diyorum 😉 Bedeninizin bilgeliğine güvenip, kulak verin… Korkmadan önce 😉

Bu yazımın konusu oldukça geniş ama ben burada son vermeliyim 🙂 Daha sonra bu konuda detaylı veri ve kaynakça da paylaşacağım.

Şimdilik son söz: Herhangi bir sağlık sorunu yaşıyorsanız, lütfen öncelikle hekiminize görünün. Bunu yaparken bedeninizin size bir şey söylemeye çalıştığını, sizi zor bir aşamadan rahatlıkla geçirmeye uğraştığını ya da zor zamanlar geçtiği için onarım aşamasında olduğunu aklınızda bulundurun. Bedeninizin ihtiyaçlarına kulak verin. Yorgun hissediyorsanız dinlenin. İştahınız yoksa zorlamadan minimum düzeyde ama güçlü gıdalar alın. Bedeniniz işini tamamladığında zaten yerinizde duramayacaksınız 🙂

Sağlıcakla ve sevinçle kalın.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bir yanıt yazın