Ho’oponopono… Bırakma sanatı…
Ho’oponopono… Bırakma sanatı…

Ho’oponopono… Bırakma sanatı…

Son zamanlarda danışanlarımla yaptığımız çalışmalar sonrası gelen sorular, onların bu çalışmaları takiben anlayış ve tutum değişikliği için atılacak adımlara dair bilgi edinme ihtiyaçları, Ho’oponopono yöntemine dair detaylı yazmam gerektiğini düşündürdü.

Ho’oponopono, Hawaii yerel dilinde “düzeltme, uyumlama, düzenleme” anlamlarına geliyor. Merak edenlerimiz internette bol miktarda bilgiye ulaşabilirler.

Benim bu yöntemi kullanmam ve önermemin sebebinden söz etmek istiyorum. Bence bu yöntemin en önemli katkısı, belli bir duruma dair kendimize ait olan sorumluluğumuzu fark ettirmesi ve bunu üstlenmemizi sağlaması. Yöntem temelde “üzgünüm, beni affet, seni seviyorum, teşekkür ederim” söylemine dayanır. Ben bazı durumlarda buna “senin için ne yapabilirim?” cümlesinin de eklenmesini seviyorum.

Yöntemin oluşturucusu Dr.Haleaka (Ihaleakala) Hew Len’in kendi öyküsündeki gibi gerçek bir deneyimden yola çıkarak örneklemek, yöntemin anlaşılır ve kullanılabilir olmasına yardımcı olmak istiyorum. Dr. Len, kendi üzerinde çalışarak, kendini şifalandırarak, ruh sağlığı ağır şekilde bozulmuş hastalarına ve görev aldığı kliniğe (kliniğin de kendine ait bir alanı, benliği olduğunu kabulle) iyileşmeyi, şifalanmayı getirmişti 🙂 Biraz uzun bir yazı. Ancak yazının bundan sonrası, gerçekten bu yöntemi anlayarak uygulamak isteyenler için.

Düşünün ki; berbat çalışma koşullarınız var. İş yerinizde patronunuz-yöneticiniz, iş arkadaşlarınız, çalışma ortamı vb. sorma-kaç halinde. Herkes birbirinden ve işlerin işleyiş halinden şikayetçi, herkes eleştiriyor ve eleştiriliyor, herkes birbirinin omuzuna basarak yükseliyor veya koşana çelme takıyor, herkes kendi olamamaktan şikayetçi, “ama şöyle olsaydı-böyle yapsaydı-etseydi” diyor, yeteneklerini kullanamamaktan, değerinin anlaşılamadığından dem vuruyor ve “ben olsaydım” diye cümleler kuruyor ama soran da olmuyor “sen olsaydın nasıl yapardın” diye 🙁 Herkes de bir şekilde zihninin geri planında veya en önünde işleyen “geçim derdi” konusuna odaklanmış durumda. Sahi, siz olsaydınız ne yapardınız?

Bu tür durumların hayatımızdaki yerini, bunu yaşamamızdaki nedenleri ve benlik algımız ile yarattığımız hayatın bağlantılarını, regresyon çalışmaları sırasında derinlemesine anlayabiliyor ve çözümlemeler sağlıyoruz. Çözümlemeler sonrası kişide duygu, düşünce ve tavır değişikliği oluyor. Elbette özellikle tavır-davranış değişikliği zaman alabiliyor. İşte bu süreci kolaylaştıran bir yöntem Ho’oponopono.

Şimdi yöntemin uygulanmasına, adım adım neler yaşanacağına geçelim mi? 🙂 Konuya iş yerinde ezilen, değeri bilinmeyen, mobbinge maruz kalan, ayağına çelme takılan cephesinden bakarak devam ediyorum.

Genellikle bilinçaltı düzeyde öz değersizlik duygusu yaşayanlarımız, kendini değerli görmeyenlerimiz, kendini hayatın iyilik-güzellik-bolluk kısmından yoksun bırakanlarımız, ama atalar-aile bağlarından gelen etkilerle ama geçmiş yaşantıların bizde bıraktığı tortulardan gelen ruhsal alışkanlıklarla, sanki bir tür yeminle bu duygu durumunu devam ettiririz ve elbette ki, biz bazı şeyleri değiştirmedikçe, farklı yapıp-etmedikçe, tarih de tekerrürden ibaret olur 😀

Bu çalışmayı mümkünse rahatsız edilmeyeceğiniz bir ortamda, rahat bir dik oturuşla ve gözleriniz kapalı olarak yapmanızı, içinize-kalbinize odaklanmanızı, çalışma öncesinde niyetinizi “şu kişi-durum-olayla ilgili olarak hissettiğim şu… duygu ve düşüncelerimi şifalandırmak istiyorum” diyerek kendinize belirtmenizi öneririm.

1- Üzgünüm.

Karşınızda sizi ezen,üzen, paspasa çeviren patron-yönetici-yetkili vb. her kimse o var. Onu enerji olarak algılamaya, iç gözünüzde sizi en kötü hissettirdiği haliyle canlandırmaya çalışın. Hatta kendinizi en kötü hissettiğiniz o andaki yer-ortam-konuşma vb. etkisini en canlı haliyle iç gözünüzde canlandırın. Size kendinizi ne kadar kötü hissettirdiğini bir kez daha fark edin. Sonra dikkatinizi empatiye çevirin ve o kişinin kendi hayatı içerisinde bu kadar kötü olabilmesi için ne olmuş-ne yaşamış olabileceğini düşünün. Belki bazı izlenimler gelebilir, belki de gelmez. Ama bu empati çabasını gösterin. Hissettiğiniz, algıladığınız her ne ise sadece görüp kabul edin. Ama’lar, belki’ler, iyi de’ler yok… Sadece hissedip, algılayıp, o her ne ise “öyle” kabul ediyoruz. Sonra dikkatimizi yeniden kendimize çeviriyoruz ve bu kişinin ya da durumun bize nasıl “ayna” olduğunu fark etmeye odaklanıyoruz. Biz kendimize iyi davranıyor muyuz? Biz kendimize hak ettiğimizi düşündüğümüz değeri veriyor muyuz? Biz kendi çabamızı takdir ediyor muyuz? Biz kendimizi başarılı buluyor muyuz? vsvs… Zihninizde kendiniz için ürettiğiniz kendinize dair tüm olumsuz,yıkıcı, yargılayıcı, eleştirici cümleler aksın zihninize. Gerçekte karşınızdakinin size söylediğini duyduğunuz cümleleri veya algıladığınız jest-mimik ve davranışları, siz bizzat kendinize yapıyorsunuz. Bunu fark edin… Şimdi bunu fark etmenize aracı olması, kendi iç yargıç sesinizi duymanızı sağlaması için hayatınıza bu haliyle soktuğunuz bu kişiye veya duruma, “üzgünüm” deyin. İçtenlikle üzüntü duyacağınızı biliyorum. O kişiyi bu haliyle yaratmış, onu üzücü-sıkıcı-yorucu-yıkıcı-aşağılayıcı vsvs. bir insan olarak hayatımıza dahil etmiş olduğumuzu fark etmek! Bunun için “üzgünüm”. Aynı zamanda kendi benliğimizde ezip-paspas edip-değerini bilmediğimiz parçamıza da böylece “üzgünüm” demiş oluyoruz.

İşin bu kısmı gerçekten hayati öneme sahiptir. Bu çalışmanın en önemli, etkileyici, dönüştürücü ve şifalandırıcı kısmı bence burasıdır. Bu aşamayı hakkıyla hissederek, anlayarak ve ahıyla-vahıyla kabul ederek geçemiyorsak, bu aşamayı zaman zaman yeniden tekrar edelim. Ne zaman ki içtenlikle bu empati-ayna-kabul sürecini tamamlayabildik, o zaman diğer aşamalara geçebiliriz.

2- Beni affet.

Bir önceki basamakta yaşanılan aşamalardan sonra doğal bir akış olarak, yarattığımız olayın-durumun-kişinin özelliklerinin bize düşen sorumluluğunu üstlenmiş olduğumuzdan bu arzu içimizde kendiliğinden uyanacaktır. Size kendinizi göstermesini, ayna olmasını istediğimiz bu kişiye, böylesi bir görevi yüklediğiniz için hiç çekinmeden, utanmadan, tüm içtenliğinizle “beni affet” diyorsunuz.

3- Seni seviyorum.

Bu aşamaya kadar deneyimledikleriniz neler? Gerçek ve içten bir çalışma içindeyseniz, muhtemelen göz yaşlarınız belki sakince yanaklarınıza süzülüyor, belki de fark ettiklerinizin etkisiyle katıla katıla ağlıyorsunuz. Bırakın aksın göz yaşları… en iyi şifa yağmurlarındandır 🙂

Size kendi kendinize ne yaptığınızı, kendinizi nasıl hırpaladığınızı, kendinizi nasıl bir cenderenin içine soktuğunuzu, ondan daha iyi kim-ne-hangi durum gösterebilirdi ki? Bizi kendimize uyandırdığı için, kendimizi hatırlattığı için… “seni seviyorum”.

4- Teşekkür ederim.

“Bütün bu olan biten, benim kendime ne yaptığımı anlamam, kendime uyanmam, kendime gelmem ile ilgiliydi. Artık bu dramanın sürmesine gerek yok. Artık bu tür olayları-durumları-kişileri hayatıma sokmaya gerek yok. Ben kendi biricik değerimin farkındayım, hayatın içindeki yerimin ne kadar değerli olduğunun farkındayım, hak ettiğim iyiliği-güzelliği-sevgiyi hayattan rahatlıkla alıyor ve çoğaltarak hayata geri katıyorum. Benim bu anlayışa varmamı sağladığın için, bana “ayna” olmayı kabul ettiğin için “teşekkür ederim”. Hem ben hem de sen, artık bu dramayı sürdürmek zorunda değiliz. Bu oyunu bırakıyorum. Kendimi yok sayma-değersiz bulma-kurban hissetme alışkanlıklarımla alıngan-kırılgan-küstüm/oynamıyorum hallerimi de bırakıyorum. Sen de bana ayna olmayı bırakabilirsin. Hepimiz kendi yolumuzda özgürüz…”

Sürecin tamamlanması sonrasında, karşınızdaki kişinin bir şeye ihtiyacı olduğunu içinizde hissederseniz, çalışmayı bitirmeden önce içsel olarak sorun: “Senin için ne yapabilirim?”  Yine içsel olarak bir izlenim gelirse, buna uygun olarak daha sonra neler yapabileceğinize bakarsınız. Belki o kişiyle yüz yüze geldiğinizde çok uygun bir an olur (bir kozmik şaka diyelim:D) ve siz bunu belki de doğrudan ona sorarsınız. Siz kendi yazdığınız oyunu fark edip rollerinizi bıraktıkça, hayat da bir domino dizisi gibi yeniden ve yeniden inşa olur, yıkılır, yeniden inşa olur.

Evet. Regresyon çalışmaları sonrası kalan tortuların ve alışkanlıkların da temizlenmesi veya çözümlemelerin pekişmesi açısından, bazı danışanlarıma önerdiğim yöntem ve içeriği böyle. Burada ezilenler 🙂 cephesinden baktım ama gün ola ezenler de kendilerini fark ederlerse, onlar için de çok şifalandırıcı olacaktır eminim. Çalışma sonrasında karşınızdaki kişinin herhangi bir değişim-dönüşüm yaşayıp yaşamayacağı ( genellikle yaşanır) bizim işimiz değil. Hepimiz kendimizden ve davranışlarımızdan kendimiz sorumluyuz.

Ho’oponopono çalışmalarının hakkıyla yapılmasının önemi büyük. Hepimiz birbirimizle bağlantılıyız. Bir kişinin her hangi bir çatışma konusunda şifalanması veya durumu şifalandırması, hepimizi iyileştirir. Bu açıdan bakarsak, ho’oponopono uygulamasının her zaman ve her yerde ve her tür çatışma konusuna uyarlanabileceğini de ekleyeyim. Regresyon çalışması üzerine alınacak bir doz çalışma değil yani 😉

Hem aslına bakarsanız ben bu yöntemin ismini çok ama çok seviyorum… okunuşu bile çok neşeli 😀

Sevgiyle ve anlayışla kalın.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bir yanıt yazın