Hasetten çatlıyoruz (mu?)!
Hasetten çatlıyoruz (mu?)!

Hasetten çatlıyoruz (mu?)!

Haset; başkalarının sahip olduklarının (buna inandığımız) aslında bize ait olması gerektiğini (buna inandığımız) düşündüğümüzde gelen duygudur. “O unvanı aslında ben hak ediyorum – o elbise aslında bana daha çok yakışır – bu adama/kadına bu karı/koca – bu kadar debeleniyorum hala filanca gibi bir ev sahibi olamadım” gibi gündelik yaşantımızda duyabileceğimiz bir dolu benzer ifade, içerisinde haset taşıyor. Oldukça yıkıcı, onarılması güç, fark edilmesi içten ve sabırlı bir emek isteyen duygu. Anlaşıldığında ve şifalandığında ise, yerini dolduran şükran duygusu ( ki sevginin en yüksek frekansını yansıtır) muhteşemdir. Muhteşemliği her şeyin güllük gülistanlık olmasından değil, bu şükran duygusuna geçişte yaşanan depresif anların öğretici, iyileştirici ve her şeyden önce bütünleştirici olmasından gelir 🙂

Kıskançlık da benzer duygulanımlar yaratmakla birlikte, sonuçları itibariyle yapıcı yönde harekete geçirici olabilmesiyle hasetten ayrılır. Haset, bizim -kadın veya erkek- doğumumuzla birlikte annemizle kurduğumuz ilk ilişkinin doğasına bağlıdır. Bu doğayı biz yeni doğan olarak nasıl algılıyorsak, erginleşme sırasında yaşadıklarımızın olumlu ya da olumsuz pekiştirici olmasına da bağlı olarak, sağlıklı bir benlik oluşturabiliriz veya bağımlı-pasif/agresif-narsisist-ilgisiz-duyarsız- vb. benlik yapıları oluşturabiliriz.

Regresyon uygulamacıları olarak bizler psikoanaliz çalışması değil, ancak bir psikoanalist olan Melanie Klein’ın da 1920’li yıllarda çok güzel tanımladığı gibi “duygu anıları” üzerinde çalışma yapıyoruz. Kendisi bizim dönemin bilinç üzerine çalışmalarının sonuçlarını görememiş olsa bile, müthiş bir sezişle, çocukluğun gerekirse doğmadan önceki anılarının da ele alınması gerektiğini düşünmüş. Regresyon çalışmaları sırasında anne karnındayken ve hatta döllenmeden önce anne/babamızın enerjisinin, bu aileye gelecek olan bizlerde nasıl bir etki bıraktığını, bu duygu anılarından okuyabiliyoruz. İşte haset duygusu neredeyse bu kadar eskimize, bu kadar erken dönemlerimize dayanıyor. Yakıcı, yıkıcı, zorlayıcı, parçalayıcı bir enerji… Hele bir bebeksek 🙁

Bugün bu yazıyı yazıyorum ve okuyorsunuz… O zaman, eğer bu haset duygularımız vardıysa-varsa, bir şekilde onunla baş etmeyi başarmışız demektir 😉 O kadar da canavar değil yani. Sadece bir kımıl zararlısı şeklinde hayatımızda arada bir başını gösteriyor olabilir. Örneğin iltifatları kabul edememek, örneğin karınızı/kocanızı başkalarıyla kıyaslamak, olağan dışı cinsel fanteziler geliştirmek, işinizde-okulunuzda-arkadaşlarınızla-ailenizin üyeleriyle gerçekte olmayan ancak olmasını istediğiniz şekline dair derinlemesine hayaller kurmak, kendinizi yaratıcı hissettiğiniz bir alanda birdenbire tıkandığınızı fark etmek, sürekli olarak başkalarını – özellikle annenizi/babanızı/eşinizi/çocuklarınızı mutlu etmeye çalıştığınızı fark etmek vb. durumlar, size belki de hayatınızın başlarındaki haset duygularınızdan veya onunla baş etme yöntemlerinizden kalan ayak izleridir…

Korkmadan takip edin… sizi çıkaracağı yol sizin kendi bütünlüğünüzdür. Ve aslında bu bütünlüğünüz çok ama çok muhteşemdir.

Sevgi ve şükranla 🙂

 

 

 

 

 

Bir yanıt yazın