Parçalandık mı? Toparlanalım o zaman!
Parçalandık mı? Toparlanalım o zaman!

Parçalandık mı? Toparlanalım o zaman!

Artık anne karnındayken ve hatta çok daha öncesinde enerji düzeyinde anılar biriktirdiğimizi, atalarımızdan ya da kendi varlığımızdan gelen bir tür enerjetik gen zincirinden etkilenen anılara sahip olduğumuzu biliyoruz. Gelişen bilimsel araştırma yöntemleri ve teknik olanaklar sağ olsun 🙂

İşte bu anılar – bizzat yaşamış olalım veya olmayalım – bazen bizi travmatik (sarsıcı-örseleyici) şekilde etkiliyor. Belki anneannemiz bir zamanlar bir adamın tavana asılı cansız bedenini, bulunduğu yerden indirmek zorunda kalmıştı. Anneanneniz bu olaydan çok etkilenmişe benzemiyor olabilir. Ancak  bazen sonraki kuşaklarda bu anıların belli belirsiz izlerine rastlayabiliyoruz. Belki de siz küçücük bir çocuk olarak, hiç beklemediğiniz bir yakınınızın tacizine maruz kalmıştınız. Sessiz olmak zorunda bırakılmıştınız. Sadece oradan geçerken tanık olduğunuz bir dayak veya yaralama-öldürme-linç olayında hiç bir şey yapamamıştınız. Bir arkadaşınızın cep harçlığını çalmıştınız belki. Belki küçükken ceza olarak karanlık bir odada tek başına saatlerce kilitli kalmıştınız. En hafifi, ilk okulda okurken öğretmeniniz sizi tüm sınıfın önünde ödevinizi yapmadığınız ya da getirmeyi unuttuğunuz için azarlamış veya sizinle alay etmişti. Hepimizin hayatında bunlara benzer irili ufaklı örnekleri sayısız kez yaşamış olabiliriz.

Elbette bütün bu olanları hepimiz aynı örselenme (travma) derecesiyle deneyimlemiyoruz. Bunun sebepleri  aile, çevre, yetiştirilme tarzı, içsel-kişisel özellik farkları diye anlatılsa da, en temel sebep genel olarak kişinin hayat amacı ve bunu gerçekleştirme yolunda “algıda seçicilik” diyebilirim. Ancak bu konu, bir başka yazıda ele alınmaya değer.

Biraz önce sözünü ettiğim irili ufaklı durumları sarsıcı olarak deneyimlediğimiz zamanlar için, yazıma “bütün parçalar! birleşin” diyerek devam etmek istiyorum 😉

Böylesi durumlarda varlığımızın birer parçası bu olaylara ya da durumlara takılı kalır. Sanki çalılık veya dikenlik bir arazide hızla ve korkuyla kaçarken, sağa sola takılıp yırtılan giysilerimizin parçaları gibi… Orada o parçamız için sanki zaman durmuş gibidir. Öylece kalır… O yaşta, o durumun içinde, sanki hiç büyümeyen, kaybolmuş bir çocuk, görünmez bir “acı-keder-öfke-içerleme-utanç vb.” yara gibi… Reddedilmiş, görmezden gelinmiş, ihmal edilmiş parçacıklarımız…

Bunun farkında olmadığımız sürece çeşitli ruhsal veya fiziksel rahatsızlıklarımız olur. Ruhsal açıdan en uç noktalardan biri kişilik bölünmesi-parçalanması diyebileceğimiz “dissosiyatif kişilik bozukluğu”dur. Fiziksel olarak ise otoimmün rahatsızlıklardır. Bu uçlara gelinceye kadar da hissettiğimiz müzmin yalnızlık, hüzün, keder, bir yere-gruba ait olamama, dışlanmışlık vb. duygular ve ardısıra bağımlılıklar bulunur. Bu duygularımızın kaynağı çoğu zaman bir yerlerde bıraktığımız kendi enerji parçalarımızdır. Bu parçalarımız bize kendilerini bu tür fiziksel ve ruhsal rahatsızlıklar olarak hatırlatırlar. Görünmez olmaktan çıkmak isterler. Yaşamda “her şey görülmek-tanınmak-bilinmek ister.” Regresyon çalışmalarında bu kayıp-görünmeyen-reddedilmiş parçaların varlığı belirlendiğinde, bu parçalarla yeniden bir araya gelme, bu parçalara bir tür yuva olmayı sağlamaya odaklanırız. Bir anlamda “entegrasyon” sürecidir. İyileşme ve onarım sürecinden itibaren de enerji düzeyinde bir artış, berrak bir algı ve anlayış düzeyi kazanılır. Olumsuz duyguların bir çoğu ortadan kalkar. Bu durum tıpkı çocukken yaralı bereli eve koşup yaralarımızı temizletip sardırmamıza benzer 🙂 Tamam, biraz azar işitebiliriz ama sonuçta büyüklerimizin şifalı elleriyle az sonra yeniden koşturmaca ya da top oynamaya hazır hale geliriz 😉 Ne büyük mutluluktur eve-yuvaya-şifalı dokunuşlarla kucaklanmaya gidebilmek, gidebileceğimiz yerimizin olması…Ve ne büyük mutluluktur ıssızda kalmış parçalarımıza yuva olma hali… Neredeyse “en el-hakk” derecesinde 🙂

Parçalandığınızı hissettiğiniz anlar, durumlar, olaylar varsa onlara ve oradaki kendinize dönüp bakın. Şimdi baktığınız noktadan sizin için farklı anlamlar taşıyorsa o parçanıza durumu anlatın. O halinizi içtenlikle, empati, anlayış ve şefkatle kucaklayın. Hiç bir şey yapamıyorsanız da “seni gördüm” deyin o parçanıza… Bunları yapmaktan çekindiğinizi, korktuğunuzu veya direndiğinizi hissediyorsanız lütfen destek alın. Kapınızı çalan sizin bir parçanız. Yabancı değil 🙂

Kendi parçalarımızı kabule geçtiğimizde dışımızdaki “farklı olan”ı da kabule geçeceğimiz umuduyla, sevgiyle kalın…

 

 

Bir yorum

  1. Geri bildirim:Kör noktalarımız! Göremiyorsan… | Nermin Uyar

Bir yanıt yazın