Regresyon çalışmalarına katılan danışanların pek çoğu kendileri hakkında birçok fikir sahibidir. Kendilerini belli etiketlerle tanımlamaya, kendilerini belirli rollerle anlamlandırmaya ve yaşadıklarının kendilerince bir özetini yapmaya hem meraklıdırlar hem de bunlara sıkı sıkı tutunmayı severler. Bence haklıdırlar da 🙂 Doğduğumuz andan itibaren öğrendiğimiz, öğretilen ve bize belletilen tüm değerler, tüm inançlar, tüm etiketler kendimizi ve hayatı anlamlandırıp tanımlamamızı sağlamıştır. Bunlar olmasaydı “benlik” algımızın oluşması çok güçtü.
Ne var ki bütün bunlar aynı zamanda bizler için birer engel-blokaj veya handikaptır da! Doğduğumuz andan beri öğrenerek hayatı ve kendimizi tanımladıklarımız tüm kavramlar, an gelir kendi önümüzde birer devasa, aşılması güç dağlarca engel yaratırlar. Adım atamayız, karar veremeyiz, seçemeyiz, göremeyiz, algılayamayız, anlamsızlaşır yaşamak, anlamsızlaşır herşey 🙁 “Ama ben iyi niyetle herşeyin iyi olması için dua ederdim, ama ben Yaradan’a güvenmiştim, ama ben her zaman “iyi evlat-ana-baba-öğretmen-öğrenci-patron vs. olmaya” çalıştım, iyi ama ben hep iyi vatandaş oldum, ama ben hiç yalan söylemem, asla dedikodu yapmam, benim annem melektir, benim çocuklarımla ilişkim mükemmeldir, vs. vs. vs.” der ve bildiğimiz, düşündüğümüz, inandığımız kalıplar içinde kalmak bize iyi gelir… Ve böylece hayatımızda bazen yanlış giden şeylerin sebebinin bu düşüncelerimiz, inançlarımız, görüşlerimiz olduğunu fark etmeyiz. Bu algımız olmaksızın yaşamak bize güç gelir, varlığımızın anlamı -bilsek de bilmesek de- bunlarda yatar. Bunların elimizden kayıp gitmesi bazen korkutucudur, ürkütür.
Oysa ben regresyon çalışmalarıma çoğunlukla “kendin ve hayat hakkında bildiğin herşeyi bir kenara bırak ve kalbini, ruhunu yeni anlamlara, yeni deneyimlere aç” diyerek başlıyorum. Bu benim kendime dair deneyimimden gelen güçlenmeye dayanıyor 😉 Bir olayı, bir durumu, bir travmayı, bir macerayı, bir hayatı bambaşka bir algı çerçevesinden deneyimlemek… Bu, ruhun dünyadaki varlık macerasına bence çok önemli aşamalar kazandırıyor. Yani ruhun olgunlaşmasına zaman kazandırıyor. Tabi ki dünya zamanı anlamında 😀
Çalışma sonrasında yeni anlayışlar, yeni algılar, yeni bakış açıları tıpkı Einstein’ın belirttiği gibi sorunlara farklı bir düzlemden yeni çözümler getiriyor. Bu noktada danışanın ihtiyacı olanı alıp yoluna devam etmesi, onun geçmişte sahip olduğu tüm tanımlara yeni bir gözle bakmasını ve artık işine yaramayacak olanları kendiliğinden bırakmasına yardımcı oluyor. Bu da kişisel deprem etkisi yerine yavaşça yeni yuvaya yerleşip uyumlanma etkisi yaratıyor. Tıpkı ihtiyacımıza göre daha geniş veya daha küçük ama mutlaka işlevsel bir eve taşınıp yerleşmek gibi 😉
Kolay değil mi? 😀
Sevgiyle ve yepyeni bakışlarla kalın.