Çocukluk yıllarımın geceleri ve rüyalarım benim en sevgili arkadaşlarımdı aslında 🙂 Günün sonunda nihayet yatağa yattığımda tamamen kendimle kalabiliyordum…sabaha kadar ister uyur, ister uyanık kalır hayal kurar ister rüyalara dalar çıkardım…yaşasındı özgürlük 😉
Gündüzleri ise ev içindeki huzursuzluk o kadar dayanılmazdı ki benim için, evden kaçmaya karar vermiştim! Şükür ki 11-12 yaşlarımda bu hayalime ortak ettiğim arkadaşım o gün evden kaçacağımızı unutmuştu ya da hayat böyle istemişti 🙂 Böylece ben de eldeki koşulları sineye çekip, kabul ve teslimiyet haline dönmüştüm. Şimdilerde “pasif-agresif” diye tanımlanan bir tutumla sessiz, sakin özümü parlatıp büyütüp öfkeme, kızgınlığıma kalkan etmiştim.
O evden kaçmaya karar verdiğim gün, bildiğimiz anlamda aklımıza gelebilecek her tür korkuyu da ardımda bıraktığımı farkettim. Aynı anda “bu mudur yani, dünyaya gelip en fazla 70-80 yıl yaşayacağız, bunları yaşamak için mi, nedir bu saçmalık yahu?” diye düşünmeye de başlamıştım ki, aslında korkumun temelinde “bir gün öleceğim – ölümlüyüm – ölmek istemiyorum ” düşüncesinin yattığını keşfettim.
O zaman bu zamandır yaşamın anlamlı olduğunu, benim varlığımın hayat için bir anlamı olduğunu, benim için kendimin bir anlam taşıdığını ve bu anlamı farketmenin benim için çok ama çooookkk önemli olduğunu da anlamış bulunuyorum. Ölümsüzleşmek için yaşamaya devam etmek, yaşama bağlanmak, mümkünse dünyayaya kazık çakmak ve bu hayata bir iz bırakmak, ölümle karşılaşmadan önce yapmak istediğim tek şeydi artık 🙂
Şimdi bunları yazarken bu blogun da “iz bırakma” çabamın bir parçası olduğunu kavrıyorum. Daha çok kendime notlar şeklinde paylaştığım yazılara baktığımda, bazen danışanlarımın öykülerinden bazen kendi yaşantımdan kesitlerle tam şu anda bulunduğumuz zamana, mekana, boyuta, hayata kendimce bir iz bıraktığımı farkediyorum.
Korkularımız bizi gerçek yaşamsal tehlikelerden koruduğu için gerekli, biz onlara gerçek anlamlarından farklı korkunç-ürkünç anlamlar yüklediğimiz için acı vericidirler. İkisi arasındaki farkı anlayabildiğimizde kocaman özgür adımlarla hayatın içinde yol alabildiğimizi farkediyorum. Korkulan şeylerin başımıza gelmesine dair duyulan endişeler ve kaygılar ise bir başka yazının konusu olabilir 😉
Korkularımızı kucakladığımızda, aslında kendi korkmuş çocukluğumuzu ve sonradan gelen annelik-babalık- belki abilik, ablalık hallerimizi kucakladığımızı da farkedebiliriz… Ve tıpkı bir bebeği-çocuğu şefkatle sarıp sakinleştirmeyi başardığımız gibi, korkularımızı ve korkmuş kendimizi de sakinleştirip güvende olduğumuzu kendimize hatırlatabiliriz.
Korkularınızın sizin hayatta sağ kalmanıza yarayacak post-it olduğunu, işi biteni her zaman kaldırıp atabileceğinizi hatırlayın… Hala devam eden korkularınıza yeniden bakın…Size ne söylemek istiyorlar?
Korkularınıza, yüreğinizin tüm sevgi ve şefkati ile sarılabileceğiniz sevinçli, ışıklı anlarınız olsun 🙂