Korkmak utanılacak bir şeydi! Dalga geçerdi insanlar. Aşağılık ve iğrenç bir böcek muamelesi yapılırdı, küçümsenir, ezilmeye çalışılırdı çocuk kendim.. Hem korkar hem de korkuyor olduğumdan korkardım… İkisi birbirine karışırdı korkuların ve büyürdü, büyürdü içimde kendime duyduğum nefret, iğrenme, kendimi küçük ve hakir görme duygularım… Nasıl başa çıkacağımı bilemeden, korkuyor olmaktan nefret ederek, kendi öz duygularıma yabancılaşmaya uğraşırdım. Yabancılaşmaya çalıştığımı da bilemeden 🙁
Misal; sabahın köründe caminin hoparlöründen gelen ezan sesi. Artık müezzinin o zamanlarda kayıttan değil de, sabahın erkeninde açılmamış ses tellerinin kör saat durumuna muhalefetinden mi kaynaklandığını bilemediğim canlı – çatlak – ayarsız – sert ses tonu mu, yoksa ezanın Arapça okunmasına rağmen hissedilen o çağrı hissi mi beni çarpardı bilemiyorum. Yatağımdan, altıma işemeden bir çırpıda kalkıp da annemle babamın odasına doğru koştuğum zamanlarda biyolojik yaşım 6-7 idi. O korkuyla odanın kapalı kapısını çalıp da içeriye izin almadan girdiğim için müezzinin sesinden fazlasıyla beter bir ses tonuyla babamın anında azarlayıp odama dönmem için kovduğu ben ise kaç zamandır bu duyguyu yaşıyordum bilemeyeceğim…
Ya da yine babamın ablamla birlikte kendisine güvenip güvenmediğimizi test ettiği, ellerimize sigarayla yaptığı pikeler 🙁 Ölesiye korkardım ellerim yanacak diye… Yanmanın acısı, babamın beni yakmayacağına inanmadığım için elimi çektiğimde gelecek tokadın ya da azarlanmanın yanında hiç kalırdı. Ben o yaştayken tokat yemeyi tercih etmiştim. Geçerdi… Yanığın acısı ise yarayla beraber daha uzun sürerdi biliyorum. Yine de korkuyor olmaktan korkardım. Böyle bir test benim için o yaşlarımda çok açık bir “iki ucu boklu değnek” durumuydu 🙁
Yıllar geçti… Ben korkusuz ama bir yandan da duygularına sağır ve kör biri oldum. Daha da derinlerine, şimdilerde ruh bilimcilerinin “duygu durum bozukluğu” başlığı altında topladıkları bir duyarsızlık ve apati durumuna inebilirdim ki rahmetli Kemalettin Tuğcu’nun en acıklı, salya sümük bırakan çocuk romanları imdadıma yetişti 🙂 Okumayı söktükten sonra elime ne geçerse yutarcasına okuduğum tüm kitaplar, henüz nasır bağlamamış duygularımı hatırlamamı ve insan kalmamı sağladı.
Bu arada babamın bir canavar gibi hayal edilmesini istemem. Hayat amacıma uygun kendi yoluma çıkmam için gerekeni elinden geldiğince ve bence hakkıyla yaptığını biliyorum. Bu anlayışa varmam elbette ki uzun sürdü. Belki de hiç bu anlayışa uyanamayabilirdim… Burada da beni aydınlatıp uyandıran kendi vicdanıma, ruhumun bilgeliğine ve bu bilgeliği dinleyen kalbime minnettarım.
Biraz daha büyüdükçe 8-9 yaşlarımdayken korkmaktan korkmamaya doğru ilerlemiştim. Sadece beni korkutan nesne, durum veya algıma yönelmişti dikkatim. Artık Şifne’nin kurak ve çorak tepelerinde kekik toplarken yakınımdan gelen hsssss sesi, dikkatli olmam için beni uyardığından korkuyordum. Yılandan korkmak ise artık benim için dalga geçilse de tınmadığım bir hayat kurtarma sinyaliydi. Bu da korkumun katmerlenmesine son verebildiğimi ifade ediyordu benim için 🙂
Devam edecek…
Şimdilik korkularınızı da kucaklayarak sevgiyle kalın 🙂