Yıllar önce çok ama çok incindiğim bir gündü ve ben ağzımı açıp bir şey diyemedim 🙁 Diyemedim ama bir çığlık da yüreğime oturdu ve yüreğimden çıkan “çat” diye kırılma sesini o sırada bulunduğum meydandaki kuşlar duyup çığlık çığlığa havalandılar… Kuşlar özgürce uçuşurken ben onlara bakakaldım. Yaşadığım şeyi şimdiki andan baktığımda ansızın bir duvara toslayıp yapışıp kalmak, ansızın bir kamyon altında kalıp da yerde pestil misali resmimin çıkması gibi tasvir edebiliyorum… Yıllar içinde aynı konuda bir kaç kez daha bu hissi yaşadım ve yolumu değiştirdim. Gel gör ki o ilk çığlık ve sonrasında eklenenler yüreğimde birikti, büyüdü, genişledi… Ta ki eğitimlerimizden birinde bana yapılan bir regresyon seansına kadar…
Bu çığlığın yüreğimdeki varlığını yeniden görmek, onu orada hapsedişim, gözlerden ve kendimden gizleyişimle yüz yüze gelmek, beni önce bir başka bataklığa doğru çekti… ” Ben kendime ne yaptım böyle?” Bildiniz… suçluluk duydum… Biliyor musunuz normal koşullarda o seans sırasında kurtlar gibi uluyabilir, tukan kuşları gibi çığır çığır çığırabilirdim… Yapamadım. O kadar derinlere itelemiştim ki o çığlığın sesini, ona nasıl ses vereceğimi hatırlayamadım bile… Belki biraz da yıllar içinde bu çığlığa eklenmiş olan farklı yüklerin temizlenmiş olmasının da etkisi vardır. Seans bitiminde bu çığlığı bir şekilde içimden çıkartmam, bangır bangır bağırmam gerektiği hakkında konuştuk 🙂 En yakın dağ tepesine çıkıp ortalığı inletmek konusunda epey bir geyik çevirdik… Eğitimden çıkarken o çığlığı yeniden biriktirmek ve öyle çıkarmak konusunda kararlıydım.
Bugün harika geçirilmiş zamanların üzerine akşamın puslu ışıkları yandı… arabayı ben kullanıyordum, can arkadaşlarımdan birini akşamın sokaklarına uğurladım, evime neredeyse 100 m mesafede radyoyu açtım, sağlı sollu beton kamyonları geç kalmışlar harıl harıl beton döküyorlardı, bir ambulans siren çalarak tıkalı trafiği zorluyor ve radyoda bir türkü çalıyordu… Çığlık işte burada geldi 😉 Hem uludum, hem böğürdüm, hem usta bir soprano gibi çağıldadım, ağladım, güldüm… Zembereğimden boşaldım kısacası 🙂
Sonra… eve geldim, beni sevinçle karşılayan köpişime sarıldım, huzur ve şükran göz yaşlarımla onun da burnunu epeyce ıslattıktan sonra, onu da alıp sokaklara yürüyüşe çıktım.
Üzerimde bir hafiflik mi var ne? 😉
Not : Türkünün kendi öyküsünü merak edenlerimiz için
http://blog.milliyet.com.tr/elif-dedim-be-dedim/Blog/?BlogNo=112401