Gezegenimizin tüm tarihi sanki iyi ile kötünün amansız, bitmek bilmeyen savaşından ibaret gibi görünüyor…ve kişisel tarihlerimiz de öyle!
Bir kısmımız diğerlerini yargılayıp asar, keserken bir kısmımız da başka diğerlerini asıp kesiyor, iteliyor, öteliyor… Başka bir kısım insanlar da bir kısmımızın beğenmediği, sevmediği, birlikte yaşamak istemediği ya da hayran olduğu, biat ettiği, öykündüğü insanları temsil ediyor. Bu döngü sonsuza doğru böylece sürüp gidiyor sanki. 🙁
Amerikalı yazar Joseph Campbell şöyle demiş: “Aradığın hazine, girmeye korktuğun mağarada.” O zaman gelin uzayan gölgeleri, örümcek bağlamış köşeleri, bizi yutacakmış gibi duran ağzı ile bizi bekleyen o mağaraya girelim. Buna cesaret edelim. Madem ki hazinemiz orada. 🙂
Gireceğimiz bu mağara benliğimizin kendimizden bile sakladığımız, varlığını her daim reddettiğimiz; “olur böyle şeyler”, “amaaannn, takma kafana böyle şeyleri”, “geçmişe takılma, yürü geç” diye diye halı altına süpürdüğümüz kendi karanlık derinliklerimizi ifade ediyor. Anladınız zaten 😉
Kendi karanlık dehlizlerimize ya da denizlerimize dalıp ta boğulmamız mümkün değil…Belki kendimizle karşılaştığımızda göz yaşlarına boğulmamız mümkün ama! Olsun, bu göz yaşları biz mağaramızı temizledikçe, çerini çöpünü ortadan kaldırdıkça, duvarlarına kandillerimizi-yüreğimizin ışıltısını astıkça ortaya çıkacak olan pırıl pırıl kaynak suyu… Hayatın cennet olduğunu bize anlatacak olan su. 🙂
Mağaranıza girerken öncelikle kendinizle buluşma, kendinizi olduğunuz her ne iseniz veya nasılsanız öylece kabul etme ve kucaklama niyetiyle başlayın. Bu yolculuğu yaparken yanınıza cesaretinizi, merakınızı, esnekliğinizi, sezgilerinizi ve yürek açıklığınızı muhakkak alın. Kendinizi oyalayacak şeyleri (bahaneler, kendinizi tökezletebileceğiniz malzemeler, size ağırlık duygusu verecek şeyler) tamamen dışarıda bırakarak mağaranıza ziyarete gidin. En temiz, en rahat, en güvenli halinizle gidin. 🙂
Öncelikle mağarada bulacağınız veya karşılaşacağınız şeyler sizin kırmızı düğmelerinize basan, sinirinizi oynatan, kanı beyninize sıçratan, korkudan ödünüzü patlatan şeyler! Belki de bu şeylerin bazıları insan görüntüsündedir! Onların da varlığını görün ve kabul edin. Bilin ki bunların hepsi kendimize itiraf etmekten korktuğumuz, tanımazdan geldiğimiz gölgelerimiz… Afrika’daki aç çocukların görüntüsüne bakamıyor musunuz? İçinizdeki açlık çeken, yardıma ihtiyacı olan o çocuğu bulun ve şefkatle sarılın. Devletin tepesindeki insanlar sizi çileden çıkarıyor, çaresiz bırakıyor, korkudan ödünüzü mü patlatıyor? İçinizdeki güçlü olmak için kendisi olmaktan vazgeçen, zayıf olduğu düşünülerek itilmiş-kakılmış tarafınızı görün. Onu cezalandırmak yerine şefkatle sarılın. Yeniden mağaranızda akmaya başlayan sevgi pınarlarınızda doyasıya yıkayın bu eski gölge, yeni öz parçalarınızı ve şifalandırın 🙂 Tam olarak şifalanmadığınızı veya hala bir yanınızın eksik olduğunu fark ederseniz, yardım isteyin, destek alın.
Sonra mı? Sonra sıra hazineyi bulmaya gelir! Mağaranızdan tamamlanmış olduğunuzun hatta en baştan beri tam olduğunuzun farkındalığı ile, zaferle çıkarsınız… Hazine hepimiz için farklı şekillerde ifade bulsa da kendi özümüz, tüm benliğimizdir. Bu hazinenin farkında olmadan, onun değerini anlayıp hakkını vermeden yaşanacak hayat hem sizin için boştur, hem de hayatın kendi bütünlüğü için. Siz olmasaydınız hayat böyle olmazdı ki! Hadi gelin ve hayatın içinde olmanız gereken yeri doldurun. 😉
Sevgiyle, şefkatle, cesaret ve merakla kalın.